Sebat Yolculuğunun Ayrılmaz İkilisi

“Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir ziynet yaptık.” (Kehf, 7)

Rabbimiz ayetinde çok açık bir şekilde bize bu dünyanın süslü, çekici, göz kamaştırıcı olduğunu ifade ediyor ve bunun sebeplerinden birinin de bizlerden hangimizin güzel amel yapacağını denemek için olduğunu söylüyor. Peki güzel amel işlemek ve yeryüzündeki her şeyin insana çekici gelmesi arasındaki bağlantı nedir?

İnsan herhangi bir konuda hedefine ulaşmak istediğinde kendine bir plan yapar, yapması ve yapmaması gerekenlere dair notlar alır. Burası hedefe ulaşmakta en önemli nokta gibi gözükse de aslında asıl mesele, bu yapması ve yapmaması gereken şeyler konusunda onu alıkoyan engellerin/risklerin hesaba katılabilmesidir. Çünkü engebesiz yolda hedefe varmak, engellerle dolu bir yolda hedefe varmaktan elbette daha kolay ve hızlı olacaktır. Gerçekten hedefine erişmek isteyen kişi, o yolda ilerleyebilmek için onu hedeften alıkoyacak ve hedefini ona unutturacak her şeyi düşünmeye çalışmalı ve bunlarla nasıl mücadele edeceği konusunu öncelik haline getirmelidir. Yoksa hedefe varmak için çok istekli olmak, çok iyi bir niyete sahip olmak her zaman yeterli olmayacaktır. Aynı şekilde hedef bilmeden, hedef bilincinde olmadan yapılan ameller, edilen gayret de yeterli olmayacaktır. O halde gayret ve niyet her bir müslümanın hedefi olan imanda sebat yolculuğunun ayrılmaz ikilisidir.

“And olsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Rasulü’nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

Rasulullah (sav)’in hayatı şüphe yok ki bir müslüman için her konuda bir pusula değerindedir. Çölde kaybolmuş bir insan için yol gösterici ne ise dünyanın insanı yoran, ona kendisini ve hayat amacını unutturan çöllerinde de Rasulullah (sav)’in sünneti o değerdedir. Ona uyan ve ona dinde destek olan sahabe de (Allah hepsinden razı olsun) bize hayat yolculuğumuzda örnektir. Sahabeler arasında daha hayatta iken cennet ile müjdelenen, dünya üzerinde çok az insanın onlar kadar yükseleceği sahabeler olduğu gibi daha farklı iman seviyelerinden de onlarca sahabe vardır. Onlar da yeri geldiğinde iman yolculuğunda bazen zorlanmışlardı, sahabe olmaları onları tevbeden ya da günahtan muaf tutmamıştı. Zorlandıkları zamanlarda rabbimizin kelamı ve Rasulullah (sav)’in sünneti onlara yollarında ışık olmuştu.

“And olsun Allah; Peygamber ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra, sıkıntılı bir zamanda ona uyan muhacirlerle ensarın tövbelerini kabul etmiştir. Evet, onların tövbelerini kabul etmiştir. Şüphesiz O, onlara çok şefkatli ve çok merhametlidir. Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.” (Tevbe, 117-118)

Rabbimizin müminleri denediği olaylardan biri de Tebük Gazvesi idi. (Gazveye dair diğer bir yazımızı buradan okuyabilirsiniz: https://gencmuslumanlar.com/zahiri-durumlarin-insani-olmak/)

Bu ayetin kendisi hakkında indiği insanlardan biri de Kab Bin Malik (ra) idi. Kendisi Tebük Gazvesi’ne katılamayışını şu cümlelerle ifade ediyordu:

“Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hiçbir zaman kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deveyi bir araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahip olmuştum…”

“…Savaşa gitmemek için gözden kaybolunduğu takdirde, hakkında bir ayet inmedikçe, işin gizi kalacağı zannedilebilirdi. Rasulullah (sav) bu gazveyi meyvelerin olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Rasulullah (sav) ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte savaş hazırlığına başlamak için çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Rasulullah (sav) ile müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben ise hala hazırlanamamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapmadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyordum. Savaş henüz başlamamıştı, ama mücahidler hayli yol almışlardı. Yola çıkıp onlara yetişebileyim dedim, keşke öyle yapsaymışım; bunu da başaramadım. Rasulullah (sav) savaşa gittikten sonra insanların arasında çıktığımda beni en çok üzen şey, savaşa gitmeyip geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya aciz oldukları için savaşa katılan kimseler olmasıydı…”

Buraya kadarki ifadelerinde, üzerine tevbesinin kabul edildiğine dair ayet inecek kadar kıymetli bu sahabenin kendisine ne kadar dürüst olduğunu görüyoruz. Ve ifadeleri arasında her birimize tanıdık gelecek cümleler bulunuyor… “Ben de onlarla birlikte savaş hazırlığına başlamak için çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum.” “Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Rasulullah (sav) ile müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben ise hala hazırlanamamıştım.” “Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapmadan geri döndüm.” “Hep aynı şekilde davranıyordum.” “Yola çıkıp onlara yetişebileyim dedim, keşke öyle yapsaymışım; bunu da başaramadım.”

Demek ki sahabe de olsak bazen amellerimizde azalmalar, gevşemeler olabilir, hep aynı şekilde davranıp yola devam edemediğimiz zamanlar olabilir. Bu bizi kötü bir müslüman yapmaz. Yeter ki kendimize ve rabbimize karşı dürüst olup bahanelerin ardına saklanmayalım.

Devamında Kab bin Malik (ra) sözlerine şöyle devam ediyor:

“Rasulullah (sav)’in Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “yarın onun öfkesinden nasıl kurtulacağım” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya çalıştım. Rasulullah (sav)’in gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman kafamdaki saçma düşünceler dağılıp gitti. Onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Her şeyi dosdoğru söylemeye karar verdim…

…Savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler, neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazlaydı. Peygamber (sav) onların ileri sürdükleri özürlerini kabul etti, kendilerinden biat aldı; Allah’tan bağışlanmalarını niyaz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. Sonunda ben geldim. Selam verdiğim zaman dargın dargın gülümsedi. Sonra “Gel!” dedi. Ben de yürüyerek yanına yaklaştım ve önüne oturdum. Bana: “Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın?” diye sordu. Ben de: “Ya Rasulullah! Allah’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim sebeplerle onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile yarın Cenab-ı Hak işin doğrusunu sana bildirecek ve sen bana güceneceksin. Şayet doğrusunu söylersem bana kızacaksın, ama ben doğru söyleyeceğim. Allah’tan hayırlı sonuç bekliyorum. Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yoktu. Hiçbir zaman da bu savaştan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olmamıştım.” dedim…”

Bu ifadelerden sonra Allah’ın hükmü gelinceye kadar savaştan bahanesiz bir şekilde geri kalan 3 kıymetli sahabenin (Allah onlardan razı olsun) Müslümanlarla iletişimi kısıtlanmış, hatta eşlerinden bile Allah’ın hükmü gelinceye kadar ayrı kalmaları söylenmişti. Bu sırada Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi Kab bin Malik (ra)’a Gassan Meliki’nden gelen bir mektup ulaştırmıştı. Mektupta yazan şunlardı: “Duyduğumuza göre efendiniz seni üzüyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikram edelim.” Kab bin Melik ise mektup için şöyle demişti: “Mektubu okuyunca bu da başka bir bela dedim. Hemen onu ateşe atıp yaktım…”

Her şeye rağmen, zorunda bile olmadıkları halde, karşılaştıkları onlarca zorluğa rağmen rablerine hatalarını itiraf eden bu 3 sahabe hakkında müjde ayeti indi, Rasulullah (sav) ve sahabeler onları müjdeledi. Her bir detayından onlarca ders alabileceğimiz bu olay aslında hayatın bir pratiği gibi. Bazen düşeceğiz, hatalar yapacağız, amellerimiz azalacak, belki de itaatsizlik edeceğiz. Bu olay vesilesi ile görüyoruz ki mesele bu hatalara düşmemiz değil, her şeye rağmen dürüst olabilmemiz, hatalarımızı itiraf edip yolumuza devam edebilmemiz.

Hedefimizin rabbimizin rızası olduğu hayat yolculuğunda düştüğümüz zamanlarda da dünya bizi güzel sözlerle, nefsimizi okşayacak şekilde çağıracak, hatta diyecek ki: “Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikram edelim…” Aynı Kab bin Malik (ra)’a söylendiği gibi. Aynı ona sunulduğu gibi sen kıymetlisin diye bir maskenin ardına sığınıp sahte mutluluklar, sahte değerler sunacaklar bize. Sadece onların değerlerine uyduğumuzda kıymetli olabileceğimizi iddia edecekler, Allah yolunda çekilen bir sıkıntıyı küçümseyip bize değeri yokmuş gibi göstermeye çalışacaklar. Bunun yerine kendi ideolojileri, bakış açıları yolunda çekilen sıkıntılar ise süslenecek. Kariyer yolundaki bir sıkıntı, sadece bedenen güzel olma yolundaki bir sıkıntı, ne kadar kalabileceğimizi bile bilmediğimiz dünyalıkları elde etmek için çekilen sıkıntı, sonsuz mutluluğa vesile olacak yoldaki sıkıntılardan daha tatlı gösterilmeye çalışılacak bize.

Biz ise genişliğine rağmen rabbin rızasından uzaklaştığımız için dar geldiğini bildiğimiz bu dünyada, Allah’tan başka sığınacak bir şeyimizin olmadığını anlayıp yine O’na döneceğiz. Defalarca, usanmadan, ölüm gelene kadar. Sonra inşaAllah tevbemiz kabul edilmiş bir şekilde rabbimize döneceğiz. Çünkü “Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.”

Herkes gençliğin, insanlığın, zamanın kötülüğünden bahsetse de her yeri kötülük sarsa da biz bileceğiz ki iyilik ancak rabbimizin rızasına uymakla gelecek. Ve ayetlerle, Rasulullah (sav)’in sünnetiyle öğreniyoruz ki sadece kötülükleri konuşmak ve onların kötü olduğunu kabullenmek, iyi niyete sahip olmak ya da sadece yapmamız gerekenleri konuşmakla bu iyilik gelmeyecek. İyilerle, salihlerle olma niyetimize amellerimiz de eşlik edecek.

O halde ölümün ne zaman geleceğini bilmediğimiz, iyilerin işi sıkı tuttuğu bu hayatta her birimiz niyetlerimizi sorgulayıp, amel işlemeye hemen şimdi başlayalım. Hiç vakit kaybetmeden…

(*Gazve hakkında yararlanılan hadis: Buhari, Megazi 79; Muslim, Tevbe, 53; Tirmizi, Tefsiru Sure(9))

Exit mobile version