Yaratıcı Varsa Dünyada Bu Kadar Kötülüğün Olmasına Neden İzin Veriyor?
Günümüzde dinimiz ile ilgili karşılaşılan en büyük problemlerden biri İslam hakkındaki yanlış anlaşılmalar. Gerek Müslüman olan birinin yaptığı yanlışın tüm İslam’a atfedilmesi, gerek düzgün ifade edememe sorunu ve farklı sebepler, İslam hakkında birçok yanlış anlaşılmaya yol açmakta. İnternet üzerinde ve yüzyüze yapılan çeşitli konuşmalardan İslam, din, yaratıcı hakkında en çok sorulan soruların bir kısmını seri halinde hazırlamaya çalıştık. Yaptığımız yanlışlar bizim nefsimizden ve şeytandan, doğrular ise rabbimiz olan Allah’tandır. Rabbimizden aklında soru işaretleri olan Müslüman kardeşlerimize, henüz Müslüman olmayan ve İslam hakkında şüphesi olanlara ve bu konuda soruları olan herkese faydalı olmasını dileriz.
Yaratıcı Varsa Dünyada Bu Kadar Kötülüğün Olmasına Neden İzin Veriyor?
Dünya üzerinde sayamayacağımız kadar kötülük işleniyor. Her dinden, ırktan, dilden, düşünceden birçok masum yetişkin, genç, yaşlı, çocuk hatta bebeklerin bile zulme uğradığı bir çağda yaşıyoruz. Aynı zamanda insanın yaşadığı her yerde kötülük işlenmiş, zulümler yapılmış. Peki bu kadar kötülük oluyorken, bu kadar zalim varken yaratıcı neden bunlara bir şey yapmıyor? Neden anında engellemiyor? İlk olarak şunu belirtmek isteriz ki, bu yazı felsefi olarak “kötülük problemi”‘nin ele alındığı bir yazı değil. Sadece bir yaratıcının varlığı ile dünyada kötülüğün olmasının arasındaki ilişkiyi, İslam’daki adalet kavramı ve dünya düzeni çerçevesinde naçizane ele almaya çalıştık.
Aslında bu sorunun temelinde “yaratıcının varlığı” değil, “yaratıcının hükümleri” konusunda bir problem var. Bahsettiğimiz yaratıcı “daha yüzde bir oranında bile keşfedemediğimiz gezegenin, galaksilerin ve sayısını bile bilmediğimiz daha nice galaksilerin, sistemlerin, gezegenlerin yaratıcısı.” Yani elbette ki bazen anlayamadığımız, neden dediğimiz noktalar olabilir. Bizim yaratıcının hükmünü anlayamıyor ya da sevmiyor olmamız onun var olmadığı anlamına gelmez. Bu gözümüzü kapatarak ışık diye bir şey yok iddiasında bulunmak gibidir.
Dünya düzenine bir bakalım. İslam’da bu hayatın düzeni “imtihan” üzerinden şekillenir. Yani burası “müdahale” yeri değil. Sınav esnasında bir öğretmenin, öğrencisine sınav bitmeden yanlış yaptığını gördüğü anda -her ne kadar cevabını değiştirip değiştirmeyeceğini bilse de- önünden kağıdını alması ne kadar anlamsız ise, aynı şekilde bu dünyadaki kötülüklere anında müdahale beklemek de anlamsız. Çünkü o öğrenciye belli bir sınav süresi verilmiş ve o süreyi nasıl değerlendireceğinin sorumluluğu tamamen öğrenciye ait. Bunun gibi dünyadaki zulümlere anında müdahale edilmesi de dünyanın yaratılış düzenine, amacına aykırı bir durum aslında. Ki her yanlış yaptığımız anda bize ceza verilseydi, hiçbirimiz şu an yaşayamıyor olurduk. İnsanın islahı, pişmanlığı, kendini düzeltebilme şansı gibi bir durum söz konusu olmazdı.
Şimdi akıllara daha büyük suçlar gelebilir. Minicik bebeklerin bile cinsel istismara uğradığı, öldürüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Onların kendini düzeltebilme şansı için mi şimdi yaratıcı müdahale etmiyor? Elbette ki hayır. Bu dünya üzerinde onun hak ettiği cezayı alabilmesi zaten mümkün değildir. Örneğin yüzlerce kişinin hayatına kasteden birini ne kadar öldürebilirsiniz? Sadece 1 defa. Yani onun anında ceza almıyor olması, suçunun cezasız kalacağı anlamına gelmiyor. Ama İslam adaleti ahirete ertelemeyi de bizlere emretmez. Örneği yukarıda bahsedilen iğrenç bir suçun cezası İslam’da ölümdür; ama ahirette cezası daha büyüktür.
Eğer bu dünyada gerçek adaletin mümkün olmasını istiyorsak ilk önce suça giden, teşvik eden tüm yolların kapanması, suça sebep olan durumlara alternatif düzenlerin oluşturulması ve bununla birlikte caydırıcı cezalar olmalıdır. Örneğin adil çalışma şartlarının olmadığı, insanlara hayat şartlarına uygun emeklerinin karşılığı verilmediği, güzel işlerin önünün açılmadığı, üzerine türlü zulümler yapıldığı bir yerde insanın hırsızlık yapması ve üzerine çok ağır cezalar alması haksızlıktır. Hırsızlık yapması kesinlikle doğru değildir elbette, ama öyle bir düzende adil bir yargılama olması söz konusu olmaz.
Örneğin İslam’da birinin emeğine yapılan hırsızlığın cezası el kesilmesidir. İlk okuyunca kulağa ne kadar da ağır geliyor. Ama İslam ilk önce hırsızlığa giden, teşvik eden yolları kapatır. İlk önce iş verene, çalışanlarına emeklerinin karşılığını adil bir şekilde vermesini, çalışma şartlarının insana zulmedici olmamasını emreder. Halktan neredeyse verilen hizmetten daha fazla miktarda olan vergiler alınmaz. İslam devletinin tüm imkanları Müslümanlar arasında “servetin zenginlerin arasında dönmemesi için” adaletli paylaştırılır. “Üstünlük anca takva iledir ve takvanın kimde olduğunu da ancak Allah bilir.” anlayışı zorunlu kılındığı için herhangi bir yönden daha üstün olan insanların kibirlenmesi söz konusu olmaz. Yine bir konuda diğer insanlara göre zorluk yaşayan insan bunun Allah katında bir eksiklik olmadığını bilir.
Bugün insanlar kendilerinden daha varlıklı insanların hayatlarına özendirilerek, kendi imkanlarının dışına çıkmalarına sebep olunuyor. Toplumda tek tip bir insan olmasına özendiriliyor. Reklamlarla, sloganlarla “Sadece şöyle bir hayata sahip olursan mutlu olabilirsin” anlayışı insanlara benimsetiliyor. Bu şekilde insan düzgün bir ahlak ve karaktere de sahip olamadığında, o hayata sahip olabilmek için her yolu mübah görüyor. İslam adil çalışma koşullarını, adil ücretlendirmeyi sağlarken ve suça gidecek yolları engellerken, belli maddi seviyenin üzerindeki herkese sahip olduğu varlığın bir miktarını muhtaç olana vermesini emrediyor.
Buna ek olarak, sadakaya teşvik ederek insanlara yardım edilmesine kapılar açıyor. Daha sonra toplumda adil çalışma şartları, zekat ve sadakaya rağmen ekonomik problem yaşayan Müslüman kardeşine borç verilmesini söylüyor ve diyor ki borç verdiğinde bunu 1 kuruş bile fazlasıyla geri alamazsın. Aradan ne kadar zaman geçtiği önemli değil. Devamında da borcunu veremeyen kardeşini zora sokmamasını, eğer borcunu bağışlarsa sadaka olarak kabul edileceğini söylüyor. Bunların hepsine rağmen ekonomik sıkıntı yaşanabilir. Bu durumda da farklı şekillerde yardım edildiği vakıf sistemleri var. Bunlar da yetmezse cezanın caydırıcılığı, suçun engellenmesinde büyük bir etken oluyor. Bu imkanların hepsine rağmen birinin emeğine göz diken biri ise tabi ki cezalandırılıyor.
“Yaratıcı kötülüğe izin veriyorsa o halde merhametli değildir, merhametli olması söz konusu olmayan bir varlık da yaratıcı olamaz” gibi bir anlayış mevcut. Ama önemsemediğimiz bir nokta var, bu dünyada zulümleri yapan yaratıcı değil. Allah bu düzen içerisinde hepimize diyor ki sahip olduğun, sana verdiğim her şeyde muhtaç olanların hakkı var. Ama insan bunu reddedip hakkı olana hakkını vermiyor. Şu an dünyada sömürülen mazlum coğrafyaların sorumlusunun çoğu Müslüman bile değil. Siz bana bir miktar para verip bunu arkadaşına ver, bundan seni sorguya çekeceğim haberin olsun deseniz ve ben bunu arkadaşıma vermesem, bu sizin suçunuz mu olurdu? Bilim insanlarının birçoğu yeryüzünde insan olmadığı takdirde doğal yaşamın sorunsuz işleyeceğini, devam edeceğini söyler. Bu dünyada sorun çıkaran aslında bizleriz.
Doğal yaşamda, gökyüzünde, güneş sisteminde onları en iyi bilen yaratıcının hükümleri uygulanıyor. Bu yüzden sorunsuz. Eğer biz insanların güneşin dönme hızına, ısısına, dünyaya yakınlığına müdahale etmesi söz konusu olsaydı şüphesiz dünya şu ana kadar yok olmuş olurdu. Bunun gibi toplumsal düzende bizleri en iyi tanıyan yaratıcının kanunlarını reddediyoruz. Reddettikçe kayboluyoruz. Daha sonra suçu yaratıcıya atıyoruz. Belki beğenmediğimizden, belki hoşumuza gitmediğinden, belki daha farklı sebeplerden; bizi en iyi bilenin kanunlarını kabul etmedikçe maalesef kaybetmeye, kaybolmaya devam edeceğiz.
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim/42)