İslamKuran - Sünnet

Ey Iman Edenler – 3. Nida

3. Nida

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (Bakara 172)

“Ey iman edenler!
Ey iman iddiasında bulunanlar! İşte Rabbiniz üçüncü kez size sesleniyor! Allah sizi kendisine muhatap alıyor! Rabbinizin sözlerine kulak verin!
Sıkı durun ki, imanınıza yeni bir deneme sorusu geliyor! Bu ayetle yeniden imanınızın sınavını vereceksiniz. Ya kalbinizle, dilinizle ve bütün hayatınızla iman edenlerden olduğunuzu tasdik edecek veya da sadece dilleriyle iman edip imanları kalplerine ve hayatlarına girmemiş olanlardan olacaksınız!”
İşte bu sözlerle “Ey iman edenler” nidasının altında bize verilmek istenen mesajları yeniden hatırlıyoruz ve ayeti anlamaya yeni bir ‘iman deneme sınavına’ girer gibi başlıyoruz inşaallah..
a-İnsanın temel ihtiyaçlarından biri yemektir:
Rabbimizin mü’minlere bu ayette vermiş olduğu birinci emir; “Yiyin” emridir. Yarattığını en iyi bilen Allah, kulunun yemeye olan ihtiyacını da bilmektedir. Ancak bu emir; “Dilediğiniz gibi, dilediğiniz kadar ve dilediğiniz şeylerden yiyin” şeklinde bir anlam içermemektedir. Allah kulunun yeme ihtiyacını belli bir düzene koymuş, bazı şeyleri haram, bazılarını ise helal kılmıştır.

a-Vacip Olan Yemek:

Her insana, belini doğrultacak kadar yemek yemesi ve beslenmesi vaciptir. İnsanın kendisini tehlikeye sokacak şekilde aç kalması, Rabbimizin bu emrine isyan etmek anlamına gelir.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Âdemoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak kadar birkaç lokmacık ona yeter. Birkaç lokma ile yetinmeyecekse, hiç olmazsa midesini üçe ayırsın; üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe/suya, üçte birini de nefesine.”[1]

b-Mekruh Olan Yemek:

Bir kimsenin karnını tıka basa doldurması, acıkmadığı halde yemek yemesi, canının her çektiğini yemek için gayret etmesi Rasulullah (s.a.v)’ın kınadığı ve men ettiği hususlardandır.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Bu ümmete, peygamberlerinin vefatından sonra gelen ilk bela çok yemek ve hırstır. Çünkü bir kavmin karnı doyunca bedenleri kuvvetlenir, kalpleri zayıflar ve şehevi duyguları artar.”[2]

Ebu Cuhayfe (r.a) şöyle anlatıyor:
“Bir gün et ve ekmekten yapılmış bir tirit yedim. Sonra da Rasulullah (s.a.v)’ın yanına geldim ve geğirmeye başladım. Rasulullah (s.a.v) da bana şöyle buyurdu:
-Ey Ebu Cuhayfe! Geğirtini bizden uzak tut. İnsanların dünyada en çok doyanları, ahirette en çok aç kalanları olacaklardır.”[3]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Hikmetin (yerli yerince konuşup hareket etmek) nuru; fazla yememektir. Dinin başı; dünyaya kul-köle olmayı terk etmektir. Allah’a yakınlaşmanın yolu; zavallıları sevmek ve onlara yakınlaşmaktır. Allah’tan uzaklaşmanın yolu ise; insanın günahta güçlü kılacak kadar çok doymasıdır. Karınlarınızı aşırı bir şekilde doyurmayın, yoksa göğüslerinizdeki hikmetin nuru söner. Hikmetin ışığı mü’minin kalbinde bir kandil gibi yayılır.”[4]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Ben açlığımı ne ile giderdiğime önem vermem!”[5]

Cabir bin Abdullah (r.a) yanında bir miktar etle beraber Ömer İbnu’l-Hattab (r.a)’e uğradı. Ömer (r.a):
-Ey Cabir! Bu ne? diye sordu. Cabir (r.a):
-Canım et çekti de satın aldım, cevabını verdi. Bunun üzerine Ömer (r.a) şöyle dedi:
-Sen canının çektiği her şeyi alır mısın? Şu ayette sözü edilen kimselerden olmaktan hiç korkmuyor musun? “Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, tükettiniz, onların zevkini sürdünüz…” (Ahkaf 20)”[6]

c-Haram Olan Yemek:

Rabbimiz mü’min kullarına yeme konusunda bir takım haramlar belirlemiş ve bunu ayetlerinde bizlere bildirmiştir:
“Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kılar..” (Bakara 173)

“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilenler, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş, canavarların yediği –ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı..” (Maide 3)
b-Helal ve Haramın Belirleyicisi Allah’tır:

Rablerine iman eden kimseler, hayatlarının her alanında olduğu gibi, yeme konusunda da helal-haram yetkisini Allah’a verirler. Rabbimiz yine bir “Ey iman edenler!” nidasında bu konuya şöyle değinmiştir:
“Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı temiz ve iyi şeyleri, kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın! Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.” (Maide 87)
“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak; “Bu helaldir, şu da haramdır” demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa ermezler.” (Nahl 116)

Yiyecek ve içeceklerimiz konusunda Rabbimiz helal ve haramı bize ayetleriyle ve Rasulü aracılığıyla bildirmiştir. Bunların dışında bir kimse helal olan bir şeyi kendisine haram kılamaz, haram olan bir şeyi de kendisine helal kılamaz. Rabbimiz Rasulünü bile bu konuda uyarmıştır:

“Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Tahrim 1)

c-Helal ve Haram Arasında Bulunan Şüpheli Şeyler:

Rasulullah (s.a.v)’ın yaşadığı zamanla arasına asırlar girmiş olan biz müslümanlar, Rasulullah (s.a.v) ve ashabının hiç karşılaşmadığı bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Bu sıkıntı; yiyeceklerimizde bulunan şüpheli maddelerdir.
Rasulullah (s.a.v) ve ashabının birinci yiyeceği; yerden biten şeylerdi. Hurma, arpa, buğday gibi aslı tamamıyla temiz ve şüphesizdi. Onların yedikleri ikinci şey ise; hayvansal gıdalardı. Deve, koyun, balık gibi, bunlarda da herhangi bir şüphe bulunmamaktaydı. Kendi elleriyle diktiklerini, kendi elleriyle işleyerek, kendi elleriyle baktıklarını yine kendi elleriyle keserek yiyorlardı.
Bu dönemde yaşayan biz müslümanlar –ki çoğumuz bu haldeyiz- maalesef yediklerimiz kendi ellerimizle diktiğimiz ve yaptığımız şeylerin ürünü değil.
İçinde bulunduğumuz bu sıkıntılı duruma iki şekilde bakmak mümkündür.
Birincisi; Allah’ın bize gücümüzün üstünde bir şey yüklemediğini düşünerek mümkün mertebe içinde şüphe bulunmayan gıdaları tercih etmeye çalışmaktır. Sakınabildiğimiz kadar şüpheliden sakınmaya ve aslı, hammaddesi belli olan gıdalarla beslenmeye gayret etmektir.

İkincisi ise; elimizden hiçbir şey gelmediğini, yediğimiz ekmeğe, içtiğimiz suya varıncaya kadar her şeyin şüpheli olduğunu düşünerek hiçbir gayrete gitmemektir. Maalesef aramızda bu şekilde düşünen kardeşlerimizin sayısı birinci gruptakilere göre kat kat fazladır. Ancak böyle düşünenlerin harama düşmeleri, birinci gruptakilere göre an meselesidir. Onlar harama daha çok yakındırlar.

Allah bu konuda bizleri ‘elimizden hiçbir şey gelmez’ bir durumda imtihan etseydi, o zaman söyleyecek bir mazeretimiz bulunurdu. Ancak şu an elhamdulillah ‘elimizden bazı şeylerin geldiği’ bir durumla imtihan ediliyoruz ve hepimiz ‘elimizden geleni yapmak’ zorundayız. Çünkü helali korumak ve haramdan uzaklaşmak ancak bu şekilde olur.

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Helal ve haram bellidir. Ama bu ikisi arasında insanların çoğunun bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve haysiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylerin ardına düşerse, bu kimsenin durumu; yasak bölgenin etrafında koyun otlatan çobanın durumuna benzer. Şunu iyi bilin ki, her hükümdarın bir yasak bölgesi vardır. Allah’ın yeryüzündeki yasak bölgesi ise; belirlemiş olduğu haramlarıdır. Dikkat edin, vücutta bir et parçası vardır. Eğer o düzelirse, bütün vücut düzelir. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O; kalptir.”[7]

d-Helal Rızkın İnsana Kazandıracağı Artılar:

Şunu unutmayalım ki, Allah’ın bir emrini yaşama konusunda titizlik gösterdiğimizde, pek çok emrin bize kolaylaştığını ve yapılabilinir kılındığını görürüz. Aynı şekilde Allah’ın bir yasağına yaklaştığımız zaman da, pek çok haramın ve günahın yollarının bize açıldığını ve kolaylaştırıldığını görürüz.

1-Helal rızık, salih ameli artırır:
“Ey Rasuller! Temiz ve helal rızıklardan yiyin ve salih ameller işleyin! Doğrusu ben yaptıklarınızı çok iyi bilirim.” (Mü’minun 51)

Bu ayet bize, “Ancak helal rızıklarla beslenenlerin salih ameller işleyebileceğini” anlatmaktadır. Çünkü eğer insanın bedeni haramla ayakta duruyorsa, haramla meşgul olacaktır. Vücudunun ana maddesi haram olduğu için onu harama teşvik edecektir.
Helal gıdalarla beslenen ve şüpheli şeylerden uzak durmaya gayret eden kimseler, amellerinin salih olması konusunda da özel olarak çaba sarf ederler. Helal ile ayakta duran bedenleri, onları salih amele teşvik eder ve salih amelleri işlemelerini kolaylaştırır.

Bizler elhamdulillah bu konuya dikkat eden kardeşlerimizin salih ameller konusunda daha başarılı olduklarını gözlemledik. Rabbimizden bu kardeşlerimizin hidayetlerini artırmasını ve amellerini katında makbul kılmasını diliyoruz. Amin.

2-Helal rızık, duanın kabul edilmesine sebep olur:
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Şüphesiz Allah temizdir, ancak temiz ve şirkten uzak olan ibadeti kabul eder. Allah peygamberlere emretmiş olduğu gerçekleri, mü’minlere de emretmiştir. O şöyle buyurmuştur: “Ey Rasuller! Temiz ve helal rızıklardan yiyin ve faydalı ameller işleyin. Doğrusu ben yaptıklarınızı çok iyi bilirim” (Mü’minun 51) Ayrıca O: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz ve helal olanlarından yiyin” (Bakara 172) buyurmuştur.
Saçı başı dağınık, toz toprak içinde bir adam yolculuğunu uzatarak geliyor ve ellerini göğe uzatarak:
-Ya Rabbi! Ya Rabbi, diyor. Oysa yediği haram, giydiği haram, içtiği haram, beslendiği haramdır. Şimdi bunun duası nasıl kabul olunur?”[8]

3-Helal rızık, kişiyi feraset sahibi yapar:
Selef alimleri şöyle demişlerdir:
“Kim dışını sünnetle imar eder, Allah’ın her an kendisini gördüğü bilinciyle yaşar, ölümü gözetler ve helal ile beslenirse, Allah ona hataya düşmeyen bir feraset verir.”
Feraset; olaylara Allah’ın gözüyle baktıran özel bir gözlüktür. Allah tarafından verilmiş olan özel bir anlayıştır. Biz Müslümanların en önemli eksiklerinden biridir.
Rızıklarımızın helalliğini dikkat ettiğimiz takdirde, Rabbimiz salih ameller işlemeyi bize kolaylaştıracak, dualarımızı katında makbul kılacak ve bize olaylara O’nun gözüyle bakmamızı sağlayacak bir feraset verecektir.

e-Şükür; İmanın Diğer Yarısıdır:
Ayetin birinci bölümü bize helal rızıklarla anlatır. İkinci bölümü ise muhataplarına; “Yalnız Allah’a kulluk eden kimselerseniz O’na şükredin” emrini verir.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“İman iki bölümden oluşur. Bir yarısı sabır, diğer yarısı ise şükürdür.”[9]

Şükür; verdiği nimetlerden dolayı Allah’a dil ile, kalp ile, beden ile, hayat ve duruş ile teşekkür etmektir.
Hamd; sadece dil ile yapılır, ancak şükür bütün azalarla ve hayatın her alanıyla yapılır.
Gözlerin şükrü; Allah’ın bakmamızı istediği şeylere bakmak, haramlardan sakınmak, Allah için gözyaşı dökmektir.
Kulakların şükrü; Allah’ın duymamızı istediği şeyleri duymak, haram seslerden sakınmak, Allah’ın zikrini dinlemektir.

Dillerin şükrü; Allah’ın konuşmamızı istediği şeyleri konuşmak, haram sözlerden sakınmak, iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek, her an dili Allah’ı zikretmekle yaş tutmaktır.
Buna göre bütün azalarımızın ayrı bir şükrü vardır. Şükür bir duruştur. Bir hayat tarzıdır.
İmam Şibli şükrü şöyle tarif eder:
“Şükür; Allah için tevazu göstermek, iyilikleri muhafaza etmek, itaate yönelmek, Allah’ın kendisini gözetlediğini bilmek ve ölümü beklemektir.”

Ser’i Sakati ise şükür hakkında şöyle der:
“Şükür; senden üste (Allah’a) itaat, senin benzerine (insanlara) övgü, senden altta olana da lütuf ve ihsandır.”

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Altın ve gümüş yok olsun, helak olsun! Bunun üzerine Ömer İbnu’l-Hattab (r.a) şöyle sordu:
-Ey Allah’ın Rasulü! Sen “Altın ve gümüş yok olsun” diyorsun. Peki biz ne yapalım? Ne yapmamızı emredersin? Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
-Allah’ı sürekli hatırda tutan bir kalbiniz, şükreden bir diliniz, ahiretiniz için size yardımcı olacak bir eşiniz olsun.”[10]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Ey Âdemoğlu! Sen beni zikredersen bana şükretmiş olursun. Eğer beni hatırlamaz unutursan bana nankörlük etmiş olursun.”[11]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Bolluk anlarında itaat ve şükürle kendini Allah’a tanıt ki, O da sıkıntı anında yardımına koşmakla seni tanısın.”[12]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“İki özellik vardır ki, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükreden ve sabreden kul olarak yazar. Bu özellikler kimde de bulunmazsa, Allah onu şükredici ve sabredici olarak kaydetmez. Bunlar: Dini konusunda kendisinden daha üstün olana bakıp onu örnek alan; dünyası konusunda ise kendisinden daha aşağıda olanlara bakıp kendisine verdiği üstünlükten dolayı Allah’a hamd eden kişi. İşte Allah, bu kimseyi şükredici ve sabredici olarak yazar.
Dini yaşayışta kendisinden daha aşağıda olana bakıp onu örnek alanı ve dünyası konusunda ise, kendisinden daha yukarıda olana bakıp elde edemedikleri şeyler için hasret çeken kimseyi, Allah şükredici ve sabredici kul olarak yazmaz.” [13]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Aza karşı şükretmeyen kimse, çoğa karşı da şük­retmez. İnsanlara teşekkür etmeyen kimse Allah’a da şükretmez. Allah’ın ni­metlerini anlatmak bir şükürdür, bunu terketmek ise bir küfür (nankörlük)dür. İslam cemaati rahmettir, ondan ayrılık ise azapdır.”[14]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“İnsanlar içerisinde Allah’a en çok şükreden, insanlara en çok teşekkür edendir.”[15]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Yüce Allah Musa (a.s)’a şöyle vahyetti; her kim namazdan sonra Ayete’l-Kürsi’yi (Bakara 255) okumaya devam ederse, ben de ona şükredenlere verdiğim nimetin daha fazlasını, peygamberlerin mükafatını ve sıddıkların amellerini veririm. Sağımı rahmet ile üzerine yayarım. Onu cennetime koymamı engelleyen şey ise ölüm meleğinin ona gelmeyişi, yani hayatta oluşudur. Musa (a.s) da:
-Ey Rabbim! Bunu okumanın faziletini ve mükafatını duyan buna devam etmez mi? diye sordu. Allah da şöyle buyurdu:
-Hayır! Ben bu ayeti okumaya devam etme özelliğini, kullarımdan ancak bir peygambere veya bir sıddıka (işinde ve sözünde doğru) veya sevdiğime veya yolumda öldürülmesini istediğim kimseye veririm.”[16]

Muaz bin Cebel (r.a) şöyle anlatıyor:
“Rasulullah (s.a.v) bir gün elimden tuttu ve bana şöyle buyurdu:
-Ey Muaz! Vallahi ben seni seviyorum! Ben de:
-Anam-babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Vallahi ben de seni seviyorum, dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
-Ey Muaz! Sana bir şey tavsiye edeceğim. “Allahumme eınni ala zikrike ve şükrike ve husni ibadetik (Allah’ım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve güzel bir şekilde ibadet etmek konusunda bana yardım et.)” Bu duayı mutlaka her namazın ardından oku.”[17]

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Kime şu dört şey verilmişse, ona dört şey daha verilmiş demektir.
1-Kime Allah’ı anma nimeti verilmişse, Allah da onu anar. Çünkü Allah Kur’an’da; “Beni anın ki, ben de sizi anayım” (Bakara 152) buyuruyor.
2-Kime dua kapısı açılmışsa, kendisine icabet edilecektir. Çünkü Allah Kur’an’da; “Bana dua edin ki, size icabet edeyim” (Mü’min 60) buyuruyor.
3-Kime verilen nimetler şükretmek nasip edilmişse, fazlası da verilecek demektir. Çünkü Allah Kur’an’da; “Şükrederseniz size olan nimetimi artırırım” (İbrahim 7) buyuruyor.
4-Kime de istiğfar etme nimeti verilmişse, o bağışlanacak demektir. Çünkü Allah Kur’an’da; “Rabbinizden bağışlanma dileyin, Çünkü O çokça bağışlayandır” (Nuh 10) buyuruyor.”[18]

f-Şükür Önderleri:

Peygamberlerin hepsi Allah’a hakkıyla şükreden kullardı. Rabbimiz kitabında Hz. Nuh’un bu özelliğini övgüyle zikretmiştir:
“..Muhakkak ki Nuh çokça şükreden bir kul idi.” (İsra 3)
Hz. İbrahim de şükrü övülen peygamberlerden biridir:
“İbrahim gerçekten Hakka yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi. Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.” (Nahl 120-121)

Hz. Süleyman.. Allah’ın emrine insanları, cinleri, kuşları ve rüzgarları verdiği peygamber.. Dünyanın eşsiz mülküne sahip olan hükümdar.. Onca nimet ve lütfa karşılık yaşadığı her olayın şükrü için bir deneme sınavı olduğunun bilincindeydi:
“Onun tahtını yanı başında görünce; “Bu, Rabbimin lütfundandır. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak içindir. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve çok kerem sahibidir.” (Neml 40)

Rasulullah (s.a.v) da şükür konusunda hem ashabı hem de ümmeti için en güzel örneklerden biri oldu.

Rasulullah (s.a.v) bazen ayakları şişinceye kadar uzun uzun namaz kılardı. Kendisine:
-Ey Allah’ın Rasulü! Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamışken niye kendini bu kadar yoruyorsun? diye soruldu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v):
-Şükreden bir kul olmayayım mı? cevabını verdi.”[19]

O (s.a.v) şükredemeyenin sabredemeyeceğini, sabredemeyenin de şükredemeyeceğini en iyi bilenlerdendi. Hayatının tamamını bu iki iman parçasıyla beraber geçirdi.
“Rabbi ona meleklerini gönderip de:
“Ey Muhammed! Dilersen senin için Mekke vadisini altınla doldurayım” buyurduğunda Rasulullah (s.a.v):
-Hayır ey Rabbim. İsterim ki bir gün aç kalayım, sabredeyim, bir gün de tok kalayım şükredeyim, buyurdu.”[20]

g-Şükredenler Ne Kadar Da Az:

“Ey Davud Ailesi! Şükür üzere amel edin! Kullarımdan şükredenler ne kadar da azdır.” (Sebe 13)
Ömer (r.a) bir adamın:
-Allah’ım! Beni azlardan kıl, diye dua ettiğini duydu ve:
-Ey Allah’ın kulu! Azlar nedir? diye sordu. Adam da:
-Allah’ın; “Onunla (Hz. Nuh) beraber ancak çok az kimse iman etmiştir.” (Hud 40) “Kullarımdan şükredenler ne de azdır.” (Sebe 13) ayetlerini duymadın mı? dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a) de:
-Herkes Ömer’den daha fakih (dinde derin ve ince anlayış sahibi), dedi.”[21]

Ey Rabbimiz! Bizlere helal rızıklar ver ve şüpheli şeyleri bizden uzaklaştır.
Ey Rabbimiz! Helal rızıklarla beraber salih amellerimizi artır. Dualarımıza icabet et ve bize katından bir feraset ver.
Ey Rabbimiz! Hayatımızın tamamını şükür üzere bir duruşla geçirmemiz için bize yardım et.
Ey Rabbimiz! Bizi azlardan kıl. Bizi azlardan kıl. Bizi azlardan kıl. Amin…

“Allah’ım! Seni bütün eksikliklerden uzak tutarak hamdinle tesbih ederim. Senden başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ederim. Senden bağışlanma diler ve sana yönelirim.”
Ümmü Reyhane
_____________________________________

[1] Tirmizî, Zühd 47,
[2] Et-Terğib ve’t-Terhib 4. cilt, 367. sf, hadis no: 7.
[3] Tirmizi 2478.
[4] Kenzu’l-Ummal 43472
[5] Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekaik/Abdullah ibni Mübarek 571.
[6] Kitabu’z-Zühd/Ahmed bin Hanbel 651.
[7] Buhari/İman 48.
[8] Darimi/Kitabu’r-Rikak 2720.
[9] Beyhaki/Şuabu’l-İman 8/123.
[10] İbni Mace/Nikah 27. Tirmizi 3094.
[11] Mecmeu’z-Zevaid/Heysemi 10/79
[12] Camiu’s-Sağir 3317
[13] Tirmizi/Kıyame58,
[14] Ahmed IV/278. Mecmeu’z-Zevaid/Heysemî VIII/182.
[15] Ahmed 5/212
[16] Ed-Durru’l-Mensur 2/6
[17] Ebu Davud 1522. Nesai/Sehv 60.
[18] Mu’cemu’s-Sağir 703.
[19] Buhari/Teheccüd 44. Müslim/Sıfatu’l-Münafıkın 79. Nesai/Kıyamu’l-Leyl 17. İbni Mace 1419. Tirmizi 412.
[20] Zübeydi/İthafu’s-Sade 7/396.
[21] Kitabu’z-Zühd/Ahmed bin Hanbel 592.

Benze Yazılar

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu