İslam Dünyası

Kudüs’ün Tarihine Kısa Bir Yolculuk

Kudüs…

Tüm Müslümanların ortak davası, Allah subhanehu ve teala’nın mübarek kıldığını bildirdiği, Müslümanların ilk kıblesi, Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem’in isra ve mirac mekanını içinde bulunduran mübarek toprak… Tarih boyunca farklı dinler tarafından adalet yurdu, inananlar şehri, barış şehri, doğruluk şehri, Allah’ın şehri, orduların rabbinin şehri, mukaddes şehir gibi birçok farklı şekilde adlandırılmış, Müslümanlar tarafından ise “kutsal, bereket, mübarek, temiz” anlamlarına gelen “Kudüs” diye adlandırılmıştır.

Beytu’l Makdis ya da batı dillerinde “Jarusalem” olarak bilinen Kudüs, tarih boyunca defalarca kuşatılmış, üçünde tamamen olmak üzere 32 kez yıkılmıştır. Biz Müslümanlar için kutsal sayılmasının yanında Hristiyanlık ve Yahudilikte de yeri fazlasıyla önemli olan Kudüs; Hristiyanlar için İsa aleyhisselam’ın bu bölgede doğmuş ve yaşamış olması, ölmeden önce son günlerini burada geçirmiş olması, kıyamet günü adalet terazisinin Muallak kayasının üzerine kurulacağı inancı ve en önemli mabedleri olarak kabul edilen Kıyame Kilisesi’ni bulundurması başlıca sebeplerken, Yahudiler için; ilk insan olan Adem aleyhisselam’ın hamuruna Muallak kayasından alınan topraktan katılması, sırat köprüsünün Zeytin Dağı’na kurulacağı inancı ve en çok da Arz-ı Mevdud (Fırat’tan Nil’e uzanan vaad edilen topraklar) olduğuna inanılması kutsal sayılmasının başlıca sebepleridir.

Tevrat’a göre Nuh aleyhisselam’ın oğlu Sam neslinden olan İbrahim aleyhisselam, bugün Filistin ve Lübnan toprakları ile Ürdün, Mısır ve Suriye’nin kıyı kesimlerini kapsayan ve Kenan Diyarı olarak adlandırılan bölgeye yerleşmiştir. Buraya Kenan diyarı denmesinin sebebi, halkının Nuh aleyhisselam’ın torunu Kenan bin Ham’dan olmasıdır. Kudüs, Kenanilerin bir kolu olan Yebusiler tarafından kurulmuştur. İbrahim aleyhisselam’ın, oğlu İshak aleyhisselam’dan olan torunu Yakub aleyhisselam’ın soyundan gelen İsrailoğulları, Firavun’un zulmünden kurtularak Musa aleyhisselam ile “Arz-ı Mevdud” denilen topraklara göç etmişler, MÖ 11. Yüzyılda ilk devletlerini kurmuşlardır. İlk kral ve komutan olan Talut’tan sonra Davud aleyhisselam başa geçtiğinde Kudüs’ü alarak başkent yapmıştır. Ondan sonra gelen Süleyman aleyhisselam Yahudiler tarafından “Kutsal Ev” olarak bilinen, Süleyman Mescidi’ni inşa ettirmiştir. Bu mescid Babilliler ve Romalılar tarafından iki kere yıkılmış ve günümüzde “Ağlama Duvarı” olarak bilinen yer kalmıştır.

Süleyman aleyhisselam’dan sonraki dönemlerde devlet parçalanarak 2 ayrı devlet kurulmuştur. Bunlardan birinin merkezi Kudüs olan ve 2 kabile tarafından kurulan Yahuda devletidir. Bu devlet Babil kralı tarafından yıkılarak, yılında Kudüs yerle bir edilmiş, şehirdeki Yahudiler Babil’e sürülmüştür. Bundan sonra Med Kralı Kurus Kudüs’ü ele geçirdi ve Yahudilerin buraya dönmelerine, eski mabetlerini inşa etmelerine izin verdi. Daha sonrasında Büyük İskender, şehri ele geçirdi. MÖ 63 yılında ise Roma imparatorluğu’nun hakimiyetine geçmiştir. Kral Herod, şehirde birçok kule, hamam ve heykel yaptırdı. Halil kapısındaki kaleyi inşa ettirmiş ve onun döneminde Kudüs’te para basılmıştır. Bu dönemde Kudüs’te Zekeriya aleyhisselam yaşamıştır. İsa aleyhisselam da Kudüs yakınındaki Beytülahm’da dünyaya gelmiştir. 310 yılında Roma İmparatoru Hristiyan olduktan sonra annesini Kudüs’e yolladı ve Konstantin’in annesi Azize Helana, İsa aleyhisselam’ın ayak bastığı yerleri kilise ve şapellerle donattı ve 335 yılında Kıyame Kilisesi’ni yaptırdı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesselem’in elçisi Dıhye dine davet mektubunu Heraklit’e Kıyame Kilisesi’nde vermiştir.

Kudüs’ün İslam Topraklarına Katılması

Ömer r.a zamanında, Hicri 16, 638 yılında Kudüs Müslümanlar tarafından kuşatıldı ve İslam topraklarına katıldı. Yerine Ali r.a’ı vekil bırakarak komutan Abbas r.a ve İslam ordusu ile Kudüs’e El Halil kapısından giren Ömer r.a, Patrik Sofranyus’tan şehrin anahtarlarını aldı. Kudüs’ü fethettikten sonra Ömer r.a’nın Hristiyanlar için yazdığı bir eman (ahitname)’den bir bölüm;

“Bismillahirrahmanirrahim,
Allah’ın kulu, müminlerin emiri Ömer’in İlya (Kudüs) halkı için verdiği eman şu şekildedir;
Onların kiliseleri ve kiliselerin müştemilatı işgal edilip mesken yapılmayacak, yıkılmayacak, arazileri ellerinden alınmayacak ve haçlarına dokunulmayacaktır. Hiç kimsenin malı alınmayacak, hiç kimse dinini değiştirmeye zorlanmayacak ve onlardan hiç kimseye zarar verilmeyecektir. Buna karşılık, diğer ülkelerde olduğu gibi, Kudüs halkı da cizye verecektir. Buna ilaveten, Bizanslılar ve hırsızlar şehirden dışarıya çıkarılmalıdır. Bunlardan her kim şehri terk edecek olursa, gideceği yere varıncaya kadar güvence altındadır. Buna rağmen Bizanslılardan kalmak isteyen olursa onlar da şehir halkı gibi cizye verecektir. Aynı şekilde, Kudüs halkından da Bizanslılarla gitmek isteyen olursa gidecekleri yere varıncaya kadar, hem kendileri, hem malları, hem de dinleri güvence altındadır. Savaştan önce Kudüs’e gelmiş olan yabancılar da aynı haklara sahiptirler; ister güvence altında ülkelerine dönsünler, isterlerse de Kudüs halkıyla aynı şartlar altında ikamet etmeye devam edebilirler.”

Ömer r.a’dan sonra Emevi halifelerinden Abdülmelik b. Mervan Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem’im miraca çıkarken üzerine bastığı sahranın (büyük kaya parçası) üzerine 691’de Kubbetu’s Sahra’yı yaptırmıştır. 705-715 yılları arasında oğlu Mescid-i Aksa’yı tamamlamıştır. Abbasiler döneminde Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın harem sınırlarına gayrimüslimlerin girmesi yasaklanmıştır.

1099 yılında ise başlayan Haçlı Seferleri yüzünden sadece Mescid-i Aksa’nın içerisinde 60 bin insan katledildi. Haçlı komutanı Tankred, Mescid-i Aksa’nın kutsallığını önemsemeden içeri girdi ve burayı yağmaladı; kadın, çocuk, ihtiyar yaşlı demeden binlerce insanı İsa aleyhisselam adına katletti. Tarih kaynakları katledilen insanlardan dolayı kanların insanların dizlerine kadar geldiğini bildirir. Bu seferler sonunda Kudüs Krallığı kuruldu, Kudüs başkent yapıldı. Mescid-i Aksa’daki neredeyse tüm binalar kilise ve şapellere çevrildi. Kubbetu’s Sahra’nın üzerine çan yerleştirildi. Bir süre kral sarayı olarak kullanılan Mescid-i Aksa, kral kalesi doğuya inşa edilince tapınak şövalyeleri tarafından kullanıldı.

1187’de Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü Haçlıların elinden geri aldı. Kubbetu’s Sahra üzerindeki haç işaretini kaldırdı. Haçlıların aksine hiçbir gayrimüslime dokunmadı, Kudüs’ü terk etmek isteyen Hristiyanlara da her türlü ihtiyaçlarını kendisi giderdikten sonra izin verdi. Onlara öyle izzet ve merhamet ile yaklaşmıştı ki ülkelerine dönen Franklar bile onun ne kadar asil davrandığını anlattılar. 1516 yılında Mercidabık savaşı ile Yavuz Sultan Selim tarafından Kudüs 400 yıllık, Osmanlı hakimiyetine girdi. Mescid-i Aksa’yı ziyaret eden Yavuz Sultan Selim, Kudüs’e Kudüs-ü Şerif ismini verdi. Osmanlı için fazlasıyla önemli olan Kudüs’te Kanuni döneminde şehrin duvarları günümüze uzanan şekli ile yeniden yaptırılmıştır. Yeni yapılan su yolları, havuzlar, hamamlar şehre yeni bir karakter kazandırmıştır.

II. Abdülhamid Han Kubbetu’s Sahra’nın dış cephesine Hattat Muhammed Hafız’a Yasin Suresi’ni çinilerle yazdırdı. 1890 yılında Yahudilerin Filistin’e girişini ve toprak sahibi oluşunu engelleyen kanunlar çıkarttı. İlk Siyon Kongresi’ni takip ettirdi. 1896 yılında ilk defa İslam topraklarına gelen siyonizmin kurucusu Herzl’e, aracı olan Polonya asıllı Kont Philip de Newlinski ile şöyle der;

“Eğer bay Herzl senin, benim arkadaşın olduğun gibi arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Miletim bu vatanı kanları ile mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer, birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muhabere alanında kalmışlardır. Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar, Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.”

Herzl, Abdülhamid’e yazdığı bir mektupta bir iki yıl içerisinde Musevi bankerlerin Avrupa borsalarındaki tüm Osmanlı borçlanma tahvillerini toplayabileceğini bildirmiş, ziraat ve endüstriyi geliştirecek olan bir Osmanlı-Musevi şirketinin kurulmasını teklif etmiştir. Bu çalışmaların tek şartı ise Yahudilere Filistin’de yerleşme ve özerk idare kurma hakkı tanınmasıydı ve Abdülhamid Han bunu reddetmiştir.

1917 yılına kadar dört yüz yıl boyunca Osmanlı hakimiyetinde kalan Kudüs, 1917’de Fransız-İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edildi. Osmanlılar Kudüs’ü İngiliz saldırısından korumak için çok uğraş verdiler, yaklaşık 25.000 asker şehit edildi. Sonunda, teslim olmaktan başka çareleri kalmadı. Osmanlı valisi şu kararı verdi:

“Şehrin kuşatılmasının şiddeti ve bu huzur dolu ülkenin ağır silahlardan çektiği acılar sebebiyle; bu ölümcül bombaların kutsal yerlere vereceği zarardan korktuğumuz için, şehri size teslim etmek zorunda kaldık.”

11 Aralık 1917’de İngiliz General Edmund Allenby Kudüs’e girdi. Kudüs İngiliz yetkisi altında alındı. 30 yıl İngilizlerin himayesinden sonra kutsal bir belde ve sayısız ulusun çıkarlarına sahip olması sebebiyle 29 Kasım 1947’de Kudüs, Birleşmiş Milletler’in denetimine bırakıldı. 1947’den önce tüm Kudüs Filistinliydi. Aynı yıl Filistin’in BM tarafından bölüştürülmesinin ardından BM, Kudüs’ü uluslararası bir bölge olarak belirledi. Bu karara Yahudiler sevinse de Müslümanlar karşı çıktı ve bu sebeple şiddetli çatışmalar meydana geldi. 14 Mayıs 1948’de İngilizler şehirden ayrıldıktan sonra İşgalci İsrail Devleti ilan edildi. İşgalci İsrail Batı Kudüs’ü geçti ve on binlerce Filistinliyi şehrin bu kısmından ihraç eden Yeşil Hat olarak bilinen fiili bir sınır kurdu. Doğu Kudüs’ü ilhak etti. 1967’de “Altı gün savaşları” sonucunda Kudüs İşgalci İsrail tarafından tamamen işgal edildi ve 30 Temmuz 1980 yılında ise İşgalci İsrail “Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti” ilan etti.

İşgalci İsrail’in Müslümanlara uyguladığı zulümlerden bazıları;

Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinliler işgalci İsrail vatandaşlığına sahip olmamalarına rağmen vergi ödemek zorundalar. Yine aynı şekilde ikamet izinlerini sık sık yenilemek zorundalar ve yenileme süreçlerinde çıkarılan zorluklar sebebiyle en ufak konulardan sınır dışı edilebiliyorlar. Örneğin yapamadıkları halde bir sağlık sigortası olmaması bu süreçte ikamet izninin yenilenmesini engelleyen bir sebep olarak görülüyor. 1967’den beri İşgalci İsrail, 14.000’den fazla Doğu Kudüs Filistinli’nin ikamet iznini iptal etti. Bunların 11.000’i 1995 ile 2013 yılları arasında iptal edildi. Sınır dışı edildikten sonra, geri dönmelerine izin verilmiyor.

Vatandaşlık ve İşgalci İsrail’e Giriş Yasaları adı altında, Batı Şeria, Gazze ve diğer belirlenmiş ülkelerden Filistinlilerin aile birleşimi amacıyla İsrail’e ve Doğu Kudüs’e girmesini yasaklıyor. Bu, eşlerin birbirlerinden ve çocukların ailelerinden ayrılmasına neden oluyor. Yasanın çıkarılmasından bu yana, 125.000’den fazla yeniden birleşme iptal edildi. Yani başka ülkelerden kimsenin gelip Kudüs’te bir aile kurmasına, hatta kurulan ailelerin birleşmesine bile izin verilmiyor. Doğu Kudüs’te izinsiz olarak yaşayan yaklaşık on bin Filistinli, bu yüzden eğitim ve sağlık dahil birçok hizmete erişemiyor.

Evlerin inşaatı ya da ufacık bir genişletme söz konusu olduğunda bile ödenemeyecek nitelikte binlerce dolarları bulan vergiler koyuluyor, bunları ödemeyen insanların evleri sorgusuz sualsiz buldozerlerle yıkılıyor ve yıkım esnasında tüm evi boşaltmak için yalnızca 15 dakika veriliyor. Yıkımdan sonra kendi yerlerinin tapusuna bile sahip olamayan aileler çoğunlukla sınır dışı edilip, yerlerine yeni yerleşim yerleri kuruluyor ve bu yerlere çeşitli ülkelerden Yahudi aileler yerleşiyor. Her şeyin ateş pahası olmasıyla, ödenemeyecek vergilerle, çeşitli psikolojik baskılarla birçok aile topraklarının terkine zorlanıyor.

Biz Müslümanlar olarak inanıyoruz ki, Allah’ın vaadi haktır, zafer ve Allah’ın yardımı bizimle ya da biz olmadan elbet gelecektir. Önemli olan biz Allah’ın dinine yardım konusunda kendimizi nerede görüyoruz? Kudüs sevgimiz sadece slogan ve şiirlerle mi kaplı? Tarih kitaplarından öğreniyoruz ki işgalci Yahudiler topraklarımızı işgal etmek istediklerinde bunu yavaş yavaş yaptılar. Kendilerinin zerre kadar hak sahibi olmadıkları topraklar için gece gündüz işgal planları yaptılar, bu planları hayatlarının her alanına taşıdılar.

Filistin’e ilk yerleşenlerden arasından aydın bir avukat, piyano sanatçısı olan eşi için şöyle der; “Parşömenlerimi de yanıma aldım ve kanallara açmaya koştum. Karım da Mozart ve Brahms’ın eserlerini çalan parmaklarından inek sağmakta yararlandı, çünkü toprağımızı ancak böyle geliştirebilirdik.”

1870 yılında Yafa’da açtıkları bir tarım okulu olan yerleşim merkezinin bile adını “İsrail’in umudu” koydular. Köydeki yerleşim noktalarının adları bile onlara işgal planlarını hatırlatacak nitelikteydi. “Ümit kapısı, Ümit köşesi, Siyona İlk Adım, Siyon Sevgisi” gibi. Hiçbir İbrani vaiz hutbesini “Kurtarıcı bir gün Kudüs’e gelse” demeden ve cemaat amin demeden bitirmiyordu. Bayramlarında bir araya geldiklerinde “Gelecek sene Kudüs’te görüşmek üzere.” Diye ayrıldılar. Dünyanın herhangi bir yerinde başka bir Yahudi ile karşılaştıklarında Kudüs için dua edip plan yapmadan, “Bir dahakine Kudüs’te görüşmek üzere” demeden birbirlerini bırakmadılar. Bunları dile getirmenin sebebi onları örnek almak için değil, bizim topraklarımız üzerinde böylesine planlar yapanlar varken biz yeteneklerimizi, çabamızı ne yönde kullanıyoruz? sorusunu sormamıza yardımcı olması için. Taha Kılınç ağabeyin şu sözleri bize ışık tutacak nitelikte;

“Kudüs’ün içinde bulunduğu durum, İslam dünyası olarak bizim çeşitli alanlardaki ihmal ve tembelliklerimizden kaynaklanıyor. Evvela, bu gerçeği teslim etmemiz gerekiyor. Siyonistler sadece slogan atarak ya da hayal kurarak bu aşamaya gelmediler. Bizim de sadece slogan atarak ve hayal kurarak alabileceğimiz herhangi bir mesafe yok. Ne yaptılarsa, kendi ahlaki normlarımız çerçevesinde ve ana ilkelerimizden sapmadan, biz de aynısını yaparak ve eksiklerimizi tamamlayarak yol alabileceğiz. Dünyada başarı kazanmanın kuralları var. Siyasetin ve savaşların da kendi içinde kuralları var. Bunları yerine getirmeden, Kudüs konusunda kurduğumuz içli cümleler bize sevaptan başka bir şey kazandırmayacak maalesef.

Her bir ferdin kendi içinde tutarlı, ahlaklı, donanımlı ve cesaretli olmasına çalışacağız. İlk adım bu. Tarih bilen, coğrafya bilen, dil bilen, dünya sistemini bilen, ahirete taalluk eden sorumluluklarını bilen, kısacası varlık şuurunun farkında Müslüman bireyleri ne kadar çoğaltabilirsek, işimiz de o kadar kolaylaşacak. Kendi başına ayakta duramayan, kendisinden ve dünyadan habersiz, nereye sürüklenirse oraya giden insan toplulukları, mevcut kaosu daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. İnsan kalitemizi artırmak için sabırla ve sebatla çalışmak gerekiyor. Buna odaklanmadan, “Kudüs Müslümanlarındır!” sloganlarının altını doldurmak imkansız.”

Yararlanılan Kaynaklar:
Kudüs Ey Kudüs; Larry Collins, Dominique Lapierre; Kronik Yayınları
Yahudilik ve Siyonizm’in Tarihi; Abit Yaşaroğlu; Pınar Yayınları
Her Müslümanın Ortak Davası Kudüs; Yusuf El Karadavi; Nida Yayınları
Müslümanların Tarihi; Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma; 3. Cilt; Beyan Yayınları

Hazırlayan: Elif Nisa

Elif Nisa

Site Yazarı

Benze Yazılar

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu