Güzel Ahlak (Kavramlar)
Bir damla su idik
O suyun
Ne kulağı vardı, ne ayağı
Ne derisi vardı, ne kemiği
Erkek miydi, kadın mıydı?
O sadece bir damla suydu
Bir tek damla
Bir damla suyu insan haline getiren Rabbimiz kulunun ayağının tökezlememesi, yürüyüşünde yabancı yollara kaymaması için, bir takım tembihlerde, ikazlarda bulunmuştur.
Rab ve ilah olarak sadece Allah’a iman etmeyi şart koşmuştur.
Yaşanacak din olarak İslam’ı seçmiştir.
Yol olarak Sırat-ı Müstakim’i seçmiştir.
Bu yolda tek rehberin Hz. Muhammed (sav) olmasını emretmiştir.
Allah’a hamd olsun k, O insanları çetin bir azab ile ikaz etmek, iyi iş ya da davranışlarda bulunan mü’minleri müjdelemek için, kullarına dosdoğru kitap indirmiştir. Kitabı yaşayarak anlatacak; âlemlere rahmet olan bir peygamber göndermiştir.
“Andolsun ki, Rasulullah, sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (AHZAB 21)
Allah’ın razı olacağı amelleri, ancak, bizlere rehber olarak seçilen peygamberde bulabiliriz. Bizi aydınlatabilecek bir güneş vardır; o da Allah’ın peygamberidir.
Rasulullah (sav) davetinin ilk başında:
“Muhakkak ki ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyurmuştur. Davet sürecinde, vahyi önce kendisi uygulayarak ayaklı Kur’an olmaya çalışmış, Rabbimizin emirlerini‘bana uymaz, yapım müsait değil, bu zamanda bunlar yapılmaz’ dememiş, samimiyetle yapmıştır. Böylece insanlık Allah’ın emirlerinin yapılabileceğini görmüştür. Eğer onlar melek olsaydı, onlara ‘melek peygamber’ gönderirdim diyen Rabbimiz, bize ‘insan peygamber’ göndermiştir ki, ‘onun yaptığını siz de örnek alarak yapın, yapabilirsiniz,’ demektir bu.
O halde bu din tartışılsın, anlamı bilinmeden okunsun, hareketleri şuursuzca yapılsın, içeriği bilinmesin diye gönderilmedi. Allah bu dini, birey hayatını, aile hayatını düzenlesin, toplum hayatında uygulansın, insanların yolunu aydınlatsın diye indirdi.
Rabbimizin, “Muhakkak ki sen güzel ahlak üzeresin” diye övdüğü peygamberi tanıyarak, Kur’an’ı yaşantımıza taşımalıyız. Bu gün, müslümanım diyen bizler, Kur’an’ın tanımladığı şekilde miyiz?
Nasreddin hoca zamanında dış kapısı iki kemerli evler varmış. Bilinirmiş ki, bu evde fakirler doyurulur ve diş kirası, yani, ‘bize hayır yapma fırsatı verdin’ diye para verilirmiş. Hoca bir gün bu evlerden birine gitmiş, yemek yemiş ama diş kirası verilmemiş. Hoca baltasını alıp, iki kemerin birini kırmaya kalkmış ve kendisini engellemeye çalışan ev halkına ‘göründüğünüz gibi olun’ demiş.
Müslümanım diyen bizler her işimizi tam yapmaya çalışmalıyız. İslam’ın bir bölümünü yapıp bir bölümünü yapmamak gibi Kur’an’ı parçalama hakkımız yoktur. Şahsiyetli müslüman olmamız için, ahlaki kuralların hepsine uymamız lazım. Bazı arkadaşların tesettürüne özen gösterirken, namaz kılmadığını görüyoruz. Bazı arkadaşların eşleriyle ilgilenirken, anne babalarını üzdüklerini görüyoruz. Kendimiz ilimle ilgilenirken, çocuklarımızı başıboş bırakıyoruz. Kendi akrabalarımıza hizmette kusur etmezken, eşimizin akrabalarını görmezden geliyoruz. Yani, bu durumda, Kur’an ve sünneti parçalayarak işimize ve nefsimize hoş geleni almış oluyoruz.
Bu gün bizler, örnek şahsiyetler olarak, inşallah insanlara İslam’ın insanı nasıl güzelleştirdiğini, hayatı nasıl kolaylaştırdığını, kendi şahsımızda yaşayarak gösterip, yeniden ahlakı inşa etmeliyiz. Yani yeniden Kur’an’ı hayatımıza geçirmeliyiz.
Şimdi, hep beraber Kur’an ahlakını tanımaya çalışalım;
Kısaca başlıklarımız şunlar;
*Müslümanın Rabbiyle olan ilişkisi
*Müslümanın nefsiyle olan ilişkisi
*Müslümanın ana-babasıyla olan ilişkisi
*Müslümanın eşiyle olan ilişkisi
*Müslümanın çocuklarıyla olan ilişkisi
*Müslümanın akrabasıyla olan ilişkisi
*Müslümanın komşusuyla olan ilişkisi
*Müslümanın kardeşiyle ilişkisi
*Müslümanın arkadaşıyla olan ilişkisi
*Müslümanın toplumla olan ilişkisi
MÜSLÜMANIN RABBİYLE OLAN İLİŞKİSİ
İslam’ın müslümandan istediği ilk şey Allah’a hakkıyla iman etmesidir. Allah ve Rasulünün hükümlerine mutlaka teslimiyet ve tam bir itaat gerekir. Bu ikisi olmadan iman olmaz, İslam gerçekleşmez. İnsan kıymetlenmez. İnsanın kıymeti iman iledir.
İman eden bizler Rabbimizin kaza ve kaderinden razı oluruz. Kaza ve kadere iman eden, dünyada meydana gelecek olaylara hiçbir şeyin engel olamayacağını, eğer Rabbimiz takdir etmişse muhakkak gerçekleşeceğini bilir, başına gelen bir sıkıntıdan dolayı imanda gevşeklik göstermez.
“Müslümanın haline şaşarım. Onun her işi hayırdır. Sevinçli bir şey isabet ederse şükreder, onun için hayır olur. Şayet zarar isabet ederse sabreder, bu da onun için hayırdır.” (Hz. Muhammed)
Müslüman tövbekârdır. Hatasını anladığı anda Rabbine tövbe eder. Kalbimiz Allah’ın zikriyle meşgul olursa, sevgisi korkusuyla yoğrulursa, kolay kolay gaflete düşmeyiz. Hata edersek şeytan gibi hatada ısrar değil, Âdem (a.s) gibi tövbe ederiz.
Müslümanın gayesi Allah’ı razı etmektir. Attığı her adımın, yaptığı her işin sonunda Rabbini razı etmeyi umar.
“İnsanlar kızsa dahi Allah’ın rızasını arayan kimseyi, Allah insanların şerrinden korur. İnsanların rızasını Allah’ın gazabıyla arayan kimseyi de Allah insanlara terkeder.” (Tirmizi)
Müslüman Allah’ın kendisine farz kıldığı ibadetleri, imanının gereği olarak eksiksiz yerine getirir. Namaz amellerin en üstünüdür. Çünkü o, kul ile Rabbi arasındaki kopmaz bir bağdır. İnsan namazda hayatın iş ve sıkıntısından sıyrılarak, bütün varlığıyla Allah’a yönelir. Rabbinden hidayet, yardım, güç ve kendisini doğru yolda sabit kılmasını ister.
“Namazı kılın. Şüphesiz namaz kötülüklerden ve çirkinlikten alıkor.”
(Ankebut 45)
Müslüman, gücü yettiğince namazı cemaatle kılar. Böylece, namazla, Rabbiyle olan bağı kuvvetlenirken, cemaatteki kardeşleriyle de sevgi ve muhabbeti kuvvetlenir.
Müslüman, zekât vererek, Allah’ın kendisine verdiği malı, yine O’nun yolunda harcar. Namaz Allah ile kulu arasındaki ilişki, zekât toplumla kul arasındaki kopmaz ilişkidir.
“Onların mallarından zekât al ki, bununla kendilerini günahlardan temizlemiş, mallarını ve hasenatlarını bereketlendirmiş olasın.” (Tevbe 103)
Müslüman, Ramazan orucunu itinayla tutmaya gayret eder.
“Allah’ın, yalan sözü ve onunla ameli terk etmeyen kimsenin yeme ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur. Oruç, yeme ve içmeyi terk değil, ancak kötü söz ve benzeri şeylerden yüz çevirmedir. Biri sana sataşırsa ‘ben oruçluyum’ de.” (Hz. Muhammed)
Sağlığı ve maddi durumu el verdiğinde, Kâbe’yi hacceder. Müslüman hacda diğer müslüman kardeşleriyle buluşur. Hac; müslüman toplumların kaynaşması ve sabra da bir alıştırmadır.
Farz kılınan ibadetler, kişiyi sağlam bir ahlakla yetiştirmek için tekrarlanan alıştırmalardır. Namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler, bizi arzu edilen iyiliğe ulaştıran, hatamızı temizleyen, değerimizi yükselten, ruhumuzu temizleyen basamaklardır.
Müslüman, farzlardan sonra nafile ibadetlerle, Allah ile bağını kuvvetlendirmeye çalışır. Farzlarla tek makine dikişi ile kumaş dikilmiş, nafileler ile ise, ikinci dikiş dikilip, bağlar kuvvetlendirilmiştir.
“Ben kendisini seveyim diye kulum nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder. Onu sevdiğim zaman işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden bir şey isterse mutlaka onu veririm. Bana sığınırsa mutlaka onu korurum.” (Buhari)
“Allah bir kulu sevdiği zaman, Cebrail’e ‘Allah filanı seviyor, sen de sev’ diye emreder. Cebrail de o kulu sever. Sonra gök halkı olan meleklere; ‘gerçekten Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz’ diye hitap eder. Göklerdekiler de o kimseyi severler, sonra da yeryüzündekilerin gönlünde, o kimseye karşı bir sevgi uyanır.” (Müslim)
Müslümanın Rabbiyle iletişim kurmasının bir yolu da, Kur’an’ı çok okumasıdır. Kur’an’ın kendisine has atmosferine sığınır, hidayet rüzgârını koklar. Kur’an ayetlerinin kendine açtığı hayır yollarını görür. Kur’an’ı düşünerek, huşu içinde, belirli gün, ay ve gecelerle sınırlamayıp, her zaman okur.
“Kur’an okuyan bir mü’min turunçgiller gibidir. Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir. Kokusu yoktur, tadı güzeldir. Kur’an okuyan münafık, fesleğen gibidir. Kokusu hoş, fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münafık, ebucehil karpuzu gibidir. Kokusu yoktur, tadı da acıdır.” (Buhari- Müslim)
“Sizden biriniz Rabbi ile konuşmak isterse, Kur’an okusun.”
İşte gerçek müslümanın Rabbiyle ilişkisi, kökleşmiş sadık bir iman, sürekli salih amel, daima O’nun rızasını gözetmek, O’na olan kulluğunu kuvvetlendirmek ve Allah’ın “Cin ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Ayetiyle çizdiği, hayattaki varlığının hedefini gerçekleştirmektir.
MÜSLÜMANIN NEFSİYLE OLAN İLŞKİSİ
Müslüman bedenine kıymet verip temizliğine dikkat eder. Günde beş vakit abdest alması, temizliğinin göstergesidir. Haftada bir banyo olmak sünnettendir. Spor yaparak bedenini, sağlığını korur. Yemesine, içmesine dikkat eder.
“İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır.”
Yediğinde; ‘midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeye ayırsın ve üçte birini boş bıraksın’ hadisini rehber edinir. Hz. Ömer şöyle demiştir; “içme hususunda karnınızı doldurmaktan sakının. Çünkü tokluk bedeni yıpratır, hastalığa sebep olur ve insanı namaza karşı tembelleştirir. İçmede orta yolu takip edin. Çünkü bu beden için daha faydalı ve israftan daha uzaktır. Şüphesiz Allah semiren şişmanı sevmez. İnsan arzusunu dinine tercih etmedikçe helak olmaz.”
Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak yemeğin bereketindendir. Kim elinde et vs. kokusu olduğu halde uyursa ve bu vasıtayla kendisine bir hastalık isabet ederse, kendinden başkasını suçlamasın.
Şuurlu müslüman ağız temizliğine dikkat eder. “Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim her namazda misvak kullanmalarını emrederdim” diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Ağız temizliğine özen göstermiyoruz. Hâlbuki bu İslam’ın özündendir.
Allah Rasulü insanları rahatsız edecek kokularla, toplu halde bulunulan yerlere girilmesini yasaklamıştır.
“Soğan sarımsak ve pırasa yiyenler mescidimize yaklaşmasınlar. Çünkü melekler de insanların rahatsız olduğu şeylerden rahatsız olurlar.”
Acaba parfüm kullananlar, ter kokanlar ve sigara kokusuyla insanları rahatsız edenler, aynı zamanda melekleri de kaçırdıklarının farkındalar mı?
Müslüman kıyafetiyle de lükse ve israfa kaçmaz. Temiz ve gittiği ortama uygun giyinir. Lüks kıyafetlerle başkasını özendirmez.
Müslüman, bedenini temiz tuttuğu gibi aklını da temiz tutar ve aklını ilim ile muhafaza eder. ‘İlim talep etmek her müslümana farzdır’ gereğince aklını boş şeylerle ziyan etmez, dinini öğrenmeye çalışır. Öğrenmeye devam ettikçe âlim kalırsın, terk ettiğinde cahil olursun. İki hadis-bir ayet bilmek ilim değildir.
İmam Abdullah bin Mübarek’e; ‘ne zamana kadar ilim talep edeceksin?’ denildi. O da şöyle cevap verdi: ‘ölünceye kadar. Kim bilir? Belki de faydalanacağım kelimeyi henüz yazmamış olabilirim.’
Bize, ilmi ancak ilahiyatta okuyanlar öğrenebilir ve siz de dini ancak onlardan öğrenebilirsiniz diye öğretildi.
“İbadetin en faziletlisi dini öğrenmektir.”
Bedenimizi, aklımızı koruduk. Peki, ruhumuzu nasıl koruruz? Çalışan bir kalbimiz, fısıldayan bir ruhumuz var. Müslüman ruhunu ibadetle parlatır. Kalaycıların bakırı parlattığı gibi, biz de Rabbimizi zikrederek, gece gündüz, bıkmadan yorulmadan, şeytanın vesveselerine aldırmadan ruhumuzu parlatırız.
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: ‘İmanınızı yenileyiniz.’ Kendisine: ‘İmanı nasıl yenileriz?’ denildi. Buyurdu ki: ‘La ilahe illallah sözünü çokça söyleyin.’
Allah Rasulünün bize öğrettiği duaları öğrenmek ruhumuzu takviye eder. Sıkıntıda, sevinçte, eve girerken, çıkarken, bineğe binerken; bunlar bizim için birer rehberdir. Müslüman, ruhunun takviyesi, ruhunun sağlığı için iyi arkadaş edinir ve ilim meclislerine devam eder. Allah ile bağını sıkı tutan, ilim öğrenen, ilim meclislerine devam eden ve düştüğünde kendisini kaldıracak arkadaşlar edinen müslümanlar, çağımızın depresyon gibi ruhsal hastalıklarına yakalanmazlar.
MÜSLÜMANIN ANNE-BABASIYLA İLİŞKİSİ
Müslümanın her haliyle örnek olması gerektiğini daha önce belirtmiştik. Allah’a iman eden bizler, anne ve babamıza karşı davranışlarımızda da Rabbimizin emirlerini gözeterek örnek olmalıyız. Rabbimize iman ve kulluk mertebesinden sonra, ana-babaya iyi davranma mertebesi konulmuştur.
“Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, kendilerine ‘öf’ bile deme, onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi sen de onlara öyle rahmet et’ diyerek dua et.” (İSRA 23–24)
“Biz insana ana-babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı.” (LOKMAN 14)
Kim anne-babasına iyilik yaparsa, çocukları da ona iyilik yaparlar. Kim de anne-babasını üzerse daha dünyadayken cezasını çeker.
İnsan anne ve babasına şefkat nazarıyla bakmalı, hizmetlerini kendi elleriyle yapmalı ve bu işi başkasına bırakmamalıdır.
Bir kişi Rasulullah (sav)’e gelerek, malını aldığından dolayı babasını şikâyet etti. Onu çağırdığında, sopasına dayanarak yürüyebilen bir ihtiyar olduğunu gördü ve oğlunun kendisinden şikâyetçi olduğunu söyledi. Adam; ‘Ya Rasulullah, ben güçlüyken o zayıftı. Ben zengin iken, o hiçbir şeyi olmayan yoksul idi. Ben ondan hiçbir şeyimi esirgemedim. Şimdi ise ben fakirim, o zengin. Ben zayıfım, o güçlü. Bana karşı cimrilik yapıyor, malımı vermiyor’ dedi. Efendimiz ağladı. ‘Bu sözü işitince ağlamayacak canlı ve cansız hiçbir şey yoktur’ buyurarak şikâyetçi gence döndü; ‘sen ve malın, babana aitsiniz’ buyurdu.
Hamileliği yaşayan kardeşlerimiz bilir. Sıkıntılı günler –hele aşermesi olanlar için- ne kadar zordur. Ardından sancılı bir doğum, uykusuz geceler, çocukluk, gençlik, evlilik, güzel ve zor uğraşılar, bütün bunların sonunda evladın sana bakmaması, horlaması, evinde barındıracak yer bulamaması… Ben çocukları banyo yaptırıp giydirirken hep düşünmüşümdür; küçük oğlum on yaşında… On yıldır banyo yapıp giydiriyorum, tırnağını kesiyorum, acaba oğlum bunu bana on ay yapabilecek mi?
Abdullah bin Mesud (ra), Rasulullah (sav)’e; hangi amel Allah’a daha sevimlidir? Diye sordum. ‘Vaktinde kılınan namaz.’ Sonra hangisi? Dedim. ‘Ana-babaya iyi davranmak.’ Diyordu. Sonra hangisi dedim. ‘Allah yolunda cihad.’ Buyurdu.
İyilik yapmaya önce anneden başlanır.
Bir adam Said bin Müseyyib’e sorarak dedi ki; Ana-babaya iyilik ayetinin hepsini anladım, ‘onlara tatlı söz söyle’ kısmını anlayamadım. Said şöyle cevap verdi: ‘Yani köle efendisine nasıl hitap ederse sen de onlara öyle hitap et.’
İbni Şirin (ra) annesine saygısından, ona karşı hep hataymış gibi zayıf bir sesle konuşurdu.
Ebu Bekir Nufeyb Haris’ten şöyle dediği rivayet edilmiştir; Rasulullah (sav): ‘Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? ‘Evet ya Rasulallah’ dedik. Buyurdu ki: ‘Allah’a şirk koşmak ve ana-babaya asi olmaktır.’
Sahabeden biri Hz. Peygamber (sav)’e; ana-baba hakkı nedir diye sorulunca, Rasulullah (sav): ‘O senin cennet veya cehennemindir’ buyurmuştur.
Ana-babanın rızası Allah’ın rızasına sebeptir. Vere oğlu Kab (ra), Hz. Peygamber (sav)’in şöyle buyurduğunu söyledi: Rasulullah bizden minbere yakın oturmamızı isteyince, minberin tam önüne topluca oturduk. Bir basamak çıktı ‘âmin’ dedi. Bir basamak çıktı yine ‘âmin’ dedi. Minberden indiğinde, ‘ey Allah’ın Rasulü, bu gün biz sizden daha önce işitmediğimiz yeni bir şey işittik’ dedik. Bunun üzerine buyurdu ki:
“Minberdeyken Cebrail geldi, bana birinci basamakta iken, ‘ramazana erişip de bağışlanmayana lanet olsun’ dedi. Ben de âmin dedim. İkinci basamağa çıktığımda, ‘yanında senin adın söylendiği halde sana salât ve selam getirmeyene lanet olsun’ dedi. Ben de âmin dedim. Sonra üçüncü basamağa çıktığımda, ‘ana-babasının yaşlılığına erişip de veya bir tekinin ihtiyarlığını görüp de cenneti kazanamayan kişiye lanet olsun’ dedi. Ben de âmin dedim.
Anne-babamız müslüman olmasalar da, dünyalık işlerde onların gönüllerini hoş etmeli, onlara iyi davranmalıyız.
“Ana-baban seni körü körüne bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlarla güzel geçin.” (LOKMAN 15)
Anne-babası müslüman olduğu halde, onlarla görüşmeyen, hak hatırını sormayanlar, hala Müslümanlıkta iyi olduklarını söyleyebilirler mi? Günden güne huzur evlerinin çoğaldığı, ana-babaların sokaklara terk edildiği, eşi için, işi için, çocuğu için terk edenler, hala Rabbimizin kendilerinden razı olacağı iddiasını sürdürebilirler mi? Ne diyordu Allah Rasulü (sav):
“Allah’ın rızası ana-babanın rızasından geçer.”
Şartlar ne olursa olsun, önümüze ne kadar adet yığılırsa yığılsın, Rabbimizin bizden razı olmasının şartının, anne-babanın rızasından geçtiğini unutmamalıyız.
Her hangi bir gafletten dolayı, kusuru, hatası olanlar, anne-babasını kaybetmişlerse, bir hadisi şerifte Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Ana-babanın memnuniyetini elde edemeden, onları kaybedenler, onların arkasından, mağfireti için Allah’a dua ederler, onlara hayırda bulunurlarsa, itaatkâr evlat arasında sayılırlar.”
Tabi ki iman ederek ölen anne-baba için.
Rabbimiz bize, ana-babamızın rızasını almayı nasib etsin.
MÜSLÜMANIN EŞİYLE OLAN İLİŞKİSİ
“Hiç şüphesiz kadının yanında beyinin ayrı bir yeri vardır.”
Evlilik, dünya ve ahiret saadetini temin etmek için kurulur. Aile yuvasının huzur ve saadetini gerçekleştirmek için, erkeğe hâkimiyet görevini veren Rabbimiz, kadına da kocasına itaat etme görevini vermiştir.
“İyi kadınlar, itaatkâr olanlardır. Allah kendi haklarını nasıl korumuşsa, onlar da öylece, kocalarının haklarını koruyanlardır.” (NİSA 34)
“Bir kadın, kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse cennete girer.” (İBNİ MACE-TİRMİZİ)
Demek ki kadının ilk görevi, kocasına itaattir.
“Ben, evinden eteklerini sürüye sürüye çıkıp, kocasından yakınan kadınlara öfkelenirim.” (Hz. Muhammed a.s)
Biz hanımların en çok yaptığı davranışlardan biri de, eşini gelene geçene şikâyet etmektir. Oysaki onların iyiliklerini ne çabuk unuttuk! Eğer ki, eşimizden yana bir sıkıntımız varsa, fikir alacağımız, akıl danışacağımız birine söyleyebiliriz. Yoksa olur olmaz yerlerde eşlerimizden yakınmayalım, bunu ahlakımıza yerleştirelim. Hele ki bu davranış, Allah Rasulü’nün öfkesine sebep oluyorsa, biz niye yapalım?
“Erkek hanımına, hanım da beyine sevgiyle baktıklarında, Cenab-ı Hak da onlara rahmet nazarıyla bakar. Şayet erkek hanımının ellerini ellerine alırsa, her ikisinin de günahları parmaklarının arasından dökülür.” (Hz. Muhammed a.s)
Allah’ın bize rahmet nazarından bakmasını sağlamak hiç de zor değilmiş.
“Kadınların en hayırlısı, bakınca kocasının yüzüne gülen, emrettiğinde itaat eden, kocasının namus ve malında, onun razı gelmeyeceği hareketleri yapmayandır.” (Hz. Muhammed a.s)
“Allah’tan korkmaları şartıyla, kadınların en hayırlısı, çok çocuk doğuran, kocasına karşı kendisini sevdiren, onunla hoş geçinen ve onunla uyum içerisinde olan kadındır. Kadınların en şerlisi de, açılıp-saçılan, böbürlenenlerdir. Onlar münafıklık sıfatı taşımaktadırlar. Cennete ancak onların pek azı girecektir.” (Hz. Muhammed a.s)
“Siz kadınların, evinizde işlerinizi yaparken çektiğiniz sıkıntı, inşallah, Allah yolunda cihad edenlerin cihadına denk olur.” (Hz. Muhammed a.s)
İbni Abbas’ın rivayetine göre bir kadın, Nebi (sav)’e gelerek; ‘Ya Rasulallah, ben kadınların temsilcisi olarak sana geldim. Cihad erkeklere farz kılındı; yara alırlarsa, ecir alırlar. Şayet öldürülürlerse Rableri katında diri olup, rızıklandırılırlar. Biz kadınlar topluluğu ise onlara hizmet ediyor, onların haklarını korumaya çalışıyoruz. Bize bu cihattan sevap yok mu?’ dedi. Rasulullah (sav):
“Karşılaştığın kadınlara tebliğ et; kocaya itaat, onun hakkını kabullenmek, cihada denktir. Ancak kadınlardan çok azı bunu yapar.”
“Kocana hizmetin sadakadır.” (Hz. Muhammed a.s)
Buhari ve Müslim’in rivayetine göre, Hz. Fatıma (r.a) elindeki bir değirmenle Nebi (sav)’e gelerek bir şikâyette bulundu ve bir hizmetçi istedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav):
“Sizi istediğinizden daha hayırlı bir şeye sevk edeyim. Yatağınıza girdiğiniz zaman, otuz üç defa Subhanallah, otuz üç defa Elhamdülillah, otuz üç defa Allahuekber deyin. Bu sizin için hizmetçiden daha iyidir.”
Erkek dışarıda çalışıp ailesine bakmakla, geçindirmekle yükümlüdür. Kadın da ev işlerini düzenlemede, çocukları terbiye etmede, evde rahat yaşayabilmenin sebeplerini kolaylaştırmada, evde huzuru sağlamakla görevlidir.
Hanımlar eşlerinden güç yetiremeyecekleri şeyleri istememelidirler. Allah’ın emir ve yasaklarına ters düşmeyecek şekilde, kocasının her türlü emir ve yasakların a uyup, saygı ve hürmet belirtisi olarak, adıyla seslenmeyip, Ali Bey, bizim bey, efendi gibi hitaplarla hitap etmeli, başkalarının yanında küçük düşürecek hareket ve sözlerden kaçınmalıdır.
Boşanmak isteyen birisine Hz. Ömer; ‘yazıklar olsun sana, evler sevgiden başka bir şeyin üstüne mi kurulur. İdare etmek ve utanmak yok mu?’ der.
Eşlerimiz bizim müslüman kardeşimizdir. Eşimiz bizim akrabamızdır, çünkü çocuklarımızın babasıdır. Eşimiz bizim yastık komşumuzdur. Eşimiz bizim dava arkadaşımızdır. Bunlar göze alındığında, hedefimiz birbirimizi incitmeden, cennet yolculuğunu beraber tamamlamak olmalıdır.
Evet, hanımının yanında beyinin yeri başkadır…
MÜSLÜMANIN ÇOCUĞUYLA İLİŞKİSİ
Efendimizin dilinde çocuk, cennet kokuları;
Efendimizin gözünde çocuk, cennetten sarkan güllerdi;
Efendimizin gözünde çocukları öpmek, cennetin kokusunu dünyada duymaktı…
Enes (r.a)’dan: Rasulullah (sav)’den çocuklara karşı daha merhametli birini görmedim.
Çocuklara vereceğimiz en büyük miras sevgimizdir. Sevgisiz çocuk, susuz güle benzer. Çocukların sağlıklı bir ruhi yapıya sahip olmaları için anne ve babanın çocuğa sevildiğini hissettirmesi lazım. Allah’ın kendisine çocuk sevgisini takdir ettiği kimse, farzlarını yerine getirirse, cehennemden uzak kalır, buyuruyor Allah Rasulü (sav).
Çocuklarımıza karşı, gerçi herkese karşı dilimiz güzel kullanmalıyız. Allah Rasulü kötü söz kullanmadı. Kötü söz söylenmesi, küçücük kalpleri yaralardı. Kelimeler çocukları inşa eden tuğlalardır. Ashabtan biri anlatıyor: ‘Hayvanın ayağı kaydı, kör şeytan dedim. Ardından Rasulullah (sav) şöyle dedi: ‘O büyür deve kadar olur.’
Kelimeler suya atılan taş gibidir, dalga dalga büyür. Kötü söz ve davranışlar çocukların yüreğini karartır.
Çocuklarımız bize Rabbimizin emanetleridirler. Emanete hıyanet etmemek için, onları cennet gülleri olarak yetiştirmeliyiz. Çocuklarımız bizi görerek taklit ederler. Kamera gibi beyinlerine çekerler. Komşu geldiğinde ‘annem evde yok’ dedirtmek, yalana alıştırmaktır. ‘Topunu kimseye verme’ demek paylaşma duygusunu budamaktır.
Çocuklarımızın temizliğine, gezmesine, sağlığına dikkat ettiğimiz kadar eğitimine de özen göstermeliyiz. Eğitim dedikse, o dershaneden bu dershaneye koşturmak değil, Allah’ın rızasınca yetiştirmektir.
“Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun.” (TAHRİM 6)
Hastalandıklarında üzerlerine titrediğimiz yavrularımızı nasıl cehennem ateşine terkederiz. “Bir kimse çocuklarını cehennemin ebedi ateşinde yanmasına terk ediyorsa, güneşin sıcağından korumasında hiçbir hikmet yoktur.” Buyurmuştur peygamberimiz (sav)… Eğitim konusunda gevşek davranırsak, gözümüzün aydınlığı olan yavrularımız bizim için bela, yorgunluk, sıkıntı olurlar. Hızır (a.s)’ın kıssasını hatırlayalım. Hızır (a.s) küçük bir çocuğu öldürüp de, Musa (a.s)’ın ‘neden, haksız yere küçük bir çocuğu öldürdün?’ diye sorması üzerine, Hızır (a.s): ‘onun anne ve babası mü’min kimselerdir. Çocuğun onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk.’der. İslam ahlakıyla yetişmeyen her çocuk, anne babası için bir sıkıntıdır.
Çocuklara karşı adil davranmak da ahlaki görevlerimizdendir. Kardeşleri ile kendi arasında ayrım yapılmadığını görenin maneviyatı düzgün olur, kardeşine kin tutmaz, onları çekememezlik yapmaz, sevgi, cömertlik ve şefkat duygusuyla yetişir.
“Allah’tan korkun. Çocuklar arasında adaletle davranın.”
Küçük Hasan Allah Rasulü (sav)’den su istedi. O sırada Hüseyin de istedi. Allah Rasulü (sav) suyu önce Hasan’a verdi. Hz. Fatıma; ‘babacığım, Hasan’ı daha çok mu seviyorsunuz?’ diye sorunca, Allah Rasulü (sav); ‘hayır, önce o istediği için verdim’ buyurdu.
Öpme konusunda bile adaletli davranmamızı isteyen bir peygamberimiz varken, mal konusunda, Allah’ın kanununa göre paylaştırmayıp, evlatlar arasında ayırım yapanlara ne diyebiliriz?
Dr. Rene Spitiz, bir araştırmasında, biri annelerince bakılıp büyütülen çocuklardan, diğeri ise üç yaşından sonra bakıcıya verilen çocuklardan oluşmak üzere iki ayrı grup kurar. Başlangıç aşamasında her çocuğun sosyal ilişkileri, zekâ seviyesi, hatırlama gücü, algılama seviyesi ve el becerisi ölçülerek, Gelişim Değeri (GD) belirlenir. Annelerince büyütülen çocukların (GD) Gelişme Değerlerinde ilk iki yıl içerisinde ılımlı bir artış görülürken, bakıcılarca büyütülen çocukların Gelişim Değeri başlangıçta 124’ten, ilk yılın sonunda 72’ye, ikinci yılın sonunda da 45’e düşer. Konuşma, yürüme ve beslenme kabiliyetlerini kazanmada geri kalan bu çocukların yüzde otuz yedisi beş yaşına gelmeden ölür.
Anne sevgisi ve bakımıyla büyüyen çocuklar arasında ise böylesi üzücü bir olaya rastlanmaz.
Anneleri küçükken çocuklarına vakit ayırmayıp, yuvalara verirse, çocukların da büyüyünce annelerini huzur evlerine bırakmaları kaçınılmazdır.
MÜSLÜMANIN AKRABASIYLA OLAN İLİŞKİSİ
Müslüman her yönden örnek şahsiyettir dedik ya, Rabbi ile bağını kuvvetli tuttuktan sonra, ana-babaya, eşe, çocuklarına gereken itinayı gösterir. Bu arada akrabalarını unutmaz.
“Rızkının genişlemesini, ömrünün uzamasını isteyen, akrabasına iyilik etsin.” (BUHARİ –MÜSLİM)
Öyleyse akrabaya iyilik, insanın malını artıracak, ömrünü uzatacaktır. Bunun tersi ise, ‘akrabalık bağını koparan cennete giremez’ hadisinin muhatabı olacaktır. Bu yüzden büyük sahabe Abdullah bin Mesud, meclisinde akrabalık bağlarını koparmış bir insanın bulunmasına razı olmazdı. Çünkü o kişi mecliste edilen duanın kabul olmasına engel olacaktır.
“İnsanoğlunun amelleri her Perşembe akşamı yani Cuma gecesi, Allah’a arz edilir. Akraba bağlarını koparmış olanın ameli kabul edilmez.”
Akrabalardan kötülük gördüğü halde onlara iyilik yapmak, ahlakların en yücesidir. Akrabaların kendisine uzak durmasına rağmen sabreden kimseye Rabbimiz yardımcı verir. O yardımcı, akrabalarına karşı, o şahsın kalbini sabır ile doldurur. Onun yüce ahlakında sabit kalmasını sağlar. Fakire verilen sadaka, bir sadakadır. Akrabaya verilen ise; sadaka ve akrabaya iyiliktir.
“Akrabaya selam ile de olsa iyilik ediniz” buyuruyor Allah Rasulü (sav).
MÜSLÜMANIN KOMŞUSUYLA OLAN İLİŞKİSİ
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden, komşusuna ihsanda bulunsun.
Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine ikramda bulunsun.
Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya hayır söylesin, ya sussun.”
(Hz. Muhammed a.s)
Rasulullah (sav) komşuya verilen değeri, Allah’a ve ahiret gününe iman etmenin alameti ve göstergesi saymıştır.
Rasulullah (sav); “Vallahi iman etmiş olmaz” dedi ve üç defa tekrarladı. ‘Kim ya Rasulallah?’ denildi. Buyurdu ki; “Komşusunun şerrinden emin olmadığı kimse.”
Komşularımız bizim elimizden, dilimizden eminler mi? Falan komşu gerçekten iyi bir müslüman, demek ki İslam bu imiş, dedirtebildik mi? Yoksa camdan halı sarkıtıp, tepesinde hoplayıp, yüksek seslerle bir şeyler dinleyip rahatsız mı ediyoruz? Şehir hayatında komşuluk, paylaşmaktan ziyade, birbirine sıkıntı vermek olarak yerleşti.
Sahabeler dediler ki: ‘Filan kadın geceyi ihya ediyor. Gündüz oruç tutuyor, amel işliyor, sadaka veriyor, fakat komşusuna diliyle eziyet ediyor. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Onda hayır yoktur, o cehennem ehlindendir.” ‘Filan kadın ancak farz namazlarını kılıyor, değersiz şeyler tasadduk ediyor, fakat kimseye eziyet etmiyor’ dediler. Buyurdu ki: “O, cennet ehlindendir.”
Dünyalık şeyler yüzünden komşusuna eziyet eden bizlere güzel bir örnek… ‘Sen komşumu bilmiyorsun, ne kadar kötü o!’ diyenlere;
“Sen onların yaptığı kötülüğü en güzel şeyle sav. Kötülüğe iyilikle karşılık ver.” (MÜ’MİNUN 96)
Hatalı birini affetmek, yalnızca iyiliktir. Ancak ona şefkat ve iyilikle davranmak, iyiliğin en üst derecesidir.
Komşuluk ilişkilerinin öldüğü, yok olduğu günümüzde, bu ahlaki boşluğun sebebi yine İslam’ı yaşamamaktan kaynaklanmaktadır. Komşu komşudan habersiz, hani diyoruz ya, ölsek de kimsenin haberi yok. Oysa yakın komşu, uzak akrabadan iyidir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir,” diyor peygamberimiz. Bırakın açlığını tokluğunu, yanımızda kim oturuyor onu bile bilmiyoruz.
Allah Rasulü (sav) buyuruyor ki: “Cebrail bana, komşuyu o kadar anlattı ki, neredeyse mirasçı kılacak zannettim.” Miras akrabaya düşer. Demek ki komşularımıza, akrabalarımıza davrandığımız gibi iyilikle muamele edeceğiz. Komşularımızdan en ufak bir yardımı bile esirgemeyeceğiz. Her gün namazlarımızda okuduğumuz maun suresi bize bunu öğretiyor.
“Onlar gösteriş için ibadet yaparlar, en ufak bir yardımı esirgerler. Hala böyleyken, müslüman olduklarını söylerler.” (MAUN SURESİ)
‘Hangi komşuya daha önce iyilik yapalım?’ sorusuna, “Kapısı sana daha yakın olana.” Diyor rehberimiz. Komşumuz iman etse de etmese de komşu hakkı vardır.
“Ey Ebu Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy, komşularını gözet. Komşu komşuya, küçük bir şeyle yardım etse, onu horlamasın.”(Hz. Muhammed a.s)
“Tencerenin kokusuyla komşuna eziyet etme.” (Hz. Muhammed a.s)
Belki yemek kokularına engel olamayız, peki ya ortalıkta mangal yakmaya ne demeli?
“Allah’ım! Devamlı kötü komşunun şerrinden sana sığınırım.” (Hz. Muhammed a.s)
Komşuluk ahlakını anlatmışken, kapı çalma ahlakına da deyinelim. Zil üç defa çalınır. Birinci çalıştan sonra beklenir, ikinci defa da beklenir, üçüncü defa da biraz daha beklenir, kapı açılmazsa, ısrar edilmeden geri dönülür. Zil çaldıktan sonra, içeriden ‘Kim o?’ diye sorulursa, ‘ben şu’ diyerek ismimizi söylemeliyiz. Kapı açılırken, evin içerisini göremeyeceğimiz bir şekilde yan tarafta durmamız gerekir. İçeriye göz attıktan sonra, izin istemenin ne anlamı var diyor Allah’ın Rasulü (sav) ve: “Bir kimse, izin olmaksızın, birinin evinin içine bakarsa, o kimsenin gözünü çıkarmak onlara helal olur.” sözüyle de bizi ikaz ediyor.
Kapıyı evin küçük çocuğu açarsa, eve girin denildiğinde girilmez. Annesi veya bir büyüğü çağırtılır, ancak o izin verirse girilir. Çocuk evin durumundan haberdar olmayabilir. Eve girerken selam verilir, girdikten sonra da evin sağına soluna bakılmaz. Ev sahibini çok rahatsız etmeden kalkılır.
MÜSLÜMANIN ARKADAŞIYLA OLAN İLİŞKİSİ
Aklımızın ve ruhumuzun gelişiminde, arkadaşlığın önemi çok büyüktür.
“Kişi arkadaşının dini üzeredir.” (Hz. Muhammed a.s)
Onun için kimi arkadaş edineceğimize dikkat edelim. Huy, başkasının huyundan etkilenir. İnsan, arkadaşının takip ettiği yola çok erken koyulur. Bulaşıcı hastalığın bulaşması gibi güzel ve kötü ahlak da hemen bulaşır. Çoğu kez, sigara tiryakiliği, sigara içmeyene hemen bulaşır. İçenin içmeyene bakıp bırakması nadirdir.
“İyi arkadaşın durumu, misk satan birinin durumu gibidir. Sana miskinden bir şey isabet etmese de, hiç olmazsa kokusu isabet eder. Kötü arkadaşın durumu da, körükçü yanında duranın hali gibidir. Sana ateşin kıvılcımı dokunmasa da, dumanı isabet eder.” (Hz. Muhammed a.s)
Kısa bir arkadaşlığın durumu bu ise, gece gündüz oturup kalktığımız arkadaşımız, kim bilir, bizi nasıl etkiler? Mü’minden başkasıyla arkadaş olma diyor Allah’ın Rasulü.
Kardeş, mecburi arkadaştır, arkadaş, seçilmiş kardeştir.
MÜSLÜMANIN KARDEŞLERİYLE OLAN İLİŞKİSİ
Mü’minler bir ağacın dalları gibi, aynı gövdeye bağlıdırlar. Rabbimiz; “Ey insanlar, sizi bir erkek ve dişiden yarattık” diyerek eşitliğimizi gösterir. Hiç kimsenin hiç kimseye doğuştan gelen üstünlüğü yoktur. Nasıl ki bir anne çocukları arasında ayırım yapmaz, insanların rengi, dili, ırkı ne olursa olsun, birbirine üstünlük sağlamaz.
“Ey insanlar! Rabbiniz bir, babanız birdir. Arabın Arap olmayana, beyazın siyah olana üstünlüğü yoktur. Takva dışında hiçbir üstünlük yoktur. Hepiniz Âdemdensiniz. Âdem ise topraktandır. Allah katında en üstününüz, Allah’tan en çok korkanınızdır.” (Hz. Muhammed a.s)
Müslümanı müslümana bağlayan iman bağıdır. Ancak mü’minler kardeştir. İman bağı, kan bağından da ileridir. Bu sevgiye, kardeşliğe, Allah için birbirimizi sevmek denilmiştir.
Rabbimiz buyurdu ki: “Benim için birbirlerini sevenlere, peygamber ve şehidlerin gıpta edeceği, nurdan minberler vardır.” (Hz. Muhammed a.s)
Birbirini seven iki kişinin en üstünü, arkadaşını en çok sevendir. Birbirimizi seviyor mu, sevmiyor muyuz, haberdar değiliz. Sahabeden biri: ‘Ya Rasulallah, ben şu adamı seviyorum’ dedi. Rasulullah (sav): “ona bildirdin mi?” dedi. Adam: ‘hayır’ dedi. Nebi (sav): “ona bildir” buyurdu. Adam da kalkıp ona yetişti. ‘Ben seni Allah için seviyorum’ dedi. Adam da: ‘Uğrunda beni sevdiğin Allah da seni sevsin’ diye dua etti. Biz sadece Allah için seversek Allah da bizi sever.
Dünya meşguliyetleri ve büyük yorgunluklar, yağmurun yere indiği gibi insanlara yağar. İnsan böyle şiddetli durumlara karşı, uzun zaman yalnız dayanamaz. Kardeşiyle daha dayanıklıdır. Yalnız başına az, kardeşiyle çok sayılır.
“Kim bir müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun kıyamet günü bir ihtiyacını giderir. Kim bir kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da kıyamet gününde onun kusurunu örter.” (Hz. Muhammed a.s)
Kurtubi’nin rivayet ettiğine göre, Adevi der ki: ‘Yermuk günü, savaşa katılan amcamın oğlunu aramak üzere çıktım. Yanımda biraz da su vardı. Kendi kendime dedim ki, eğer yaşıyorsa ona su veririm. Nihayet amcamın oğlunu bulabildim. Ona dedim ki: ‘sana su vereyim mi?’ başıyla işaret ederek evet dedi. Tam su vermek üzereyken, bir adamın, ah ah diye inlediğini duyduk. Amcamın oğlu bana işaret ederek, suyu o adama götürmemi istedi. Baktım ki, o adam, Hişam bin As. Ona dedim ki: ‘sana su vereyim mi?’İşaret ederek evet dedi. O da başka birisinin iniltisini duydu. Suyu ona götürmem için bana işaret etti. Suyu o adama götürdüğümde, onun vefat ettiğini gördüm. Hişam’a döndüm, baktım ki, o da vefat etmiş. Amcamın oğluna döndüm baktım ki, o da vefat etmiş.’ Günlerin eskitemediği, gerçek kardeşliğin göstergesi olarak, bu olay bize bir örnektir.
Müslüman müslümanın aynasıdır. Onda güzellik gördüğünde sevinir. Hatasını gördüğünde, sakin yerde nasihat eder. Çünkü nasihat, mü’minlere fayda verir. Müslüman, kardeşiyle üç günden fazla küs durmaz. Dargınlık müddeti uzadıkça, günahta ikisi de ortak olurlar. Kardeşini bir sene terk eden, onu öldürmüş gibidir. Müslüman kardeşimizle hediyeleşmek de, kalpteki vesveseleri siler.
İmam Şafi; ‘kardeşine gizlice vaaz eden, ona nasihat etmiş olur. Ona açıktan nasihat eden, kardeşinin ayıbın ortaya çıkarır, onu lekeler’ demiştir.
Müslüman kişinin kardeşine arkadan yaptığı dua makbuldür. Başucunda duran görevli bir melek vardır. Kardeşi için, her ne dua ederse, ‘âmin, sana da aynısı’ der. Allahu Teala’da; ‘ey kulum, istediğini vermeye seninle başlayacağım’ buyurur.
Haşr meydanında insanlar çaresizliklerin içerisinde, bir kurtarıcı ararken, Rabbimizin mesajı duyulur; ‘sırf benim rızam için birbirlerini sevenler neredeler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bu günde, onları gölgelendireceğim.’
Bizler buradayız, Ya Rabbi. Biz birbirimizi senin için sevdik diyenlerden olalım, inşallah…
MÜSLÜMANIN TOPLUMLA OLAN İLŞKİSİ
Müslüman sosyal bir insan olmak zorundadır. Çünkü o, bir davetçidir. Davet ile yükümlü olan biz müslümanların diğer insanlarla ilişki kurması, onlarla kaynaşması, onlarla güzel davranışlarda bulunması kaçınılmazdır.
“İnsanlara karışıp, onların ezalarına sabredenler, insanlara karışmayıp, ezalarına sabretmeyenlerden daha hayırlıdır.” (Hz. Muhammed a.s)
Müslüman her yönüyle toplumda örnek olmalıdır.
KONUŞMA AHLAKI
Rabbimizin bize verdiği en büyük nimetlerden biri konuşmaktır. Bu nimet yeryüzünde sadece insana verilmiştir. Nimetin büyüklüğü karşısında, şükrü de büyüktür.
“Ya hayır söyle ya sus. Sen çoğu zaman susmayı tercih et. Bu sana dininde yardımcı olup, şeytanı kovar.” (Hz. Muhammed a.s)
Dil şeytanın elinde bir iptir. Onunla sahibini istediği yöne çevirir. Konuşurken dilimizi güzelliğe alıştırmalıyız.
Malik (ra) Yahya bin Sad (ra)’dan, şunu rivayet eder: ‘İsa (as) yolda duran bir domuza, Allah rahatlık versin dedi. Yanındakiler, sen bir domuza mı söylüyorsun dediler. İsa (as): ‘ben dilimi kötü söylememeye alıştırıyorum.’
Rasulullah (sav) ashabı arasında otururken bir adam, Ebu Bekir (ra)’ya sataştı. Ebu Bekir (ra) buna ses çıkarmadı. Üçüncü defa onu rahatsız edince, Ebu Bekir (ra) karşılık verdi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) orayı terk etti. Ebu Bekir (ra): ‘Ey Allah’ın Rasulü, yoksa bende hoş olmayan bir hareket mi gördünüz?’ Rasulullah (sav): ‘Hayır, öyle bir şey olmadı, ancak o adam, sana eziyet verince, gökten bir melek inip ona cevap veriyordu. Sen müdahale edince, melek gitti, yerine şeytan geldi. Şeytanın bulunduğu yerde durmak bana yakışmaz’ buyurdu.
Bizden önceki ümmetleri boş tartışmalar yok etmiştir. Kişiye kötülük olarak tartışmacı olması yeter. İmam Malik; ilimdeki münakaşa ve münazara, insanın kalbinden ilim nurunu alır, demiştir.
“Tartışmayın, çünkü putlara tapmaktan sonra, Rabbimin beni nehy ettiği ilk şey, tartışmadır.” (Hz. Muhammed a.s)
MÜSLÜMANIN HAYÂSI (UTANMASI)
Hayâ, müslümanı başkasından ayıran en büyük özelliktir. Her dinin kendine mahsus bir ahlakı vardır. İslamın ahlakı da hayâdır. Hayâ ile iman birbirini tamamlar. Biri gidince diğeri de gider. Allah bir kulunu helak etmek isterse, ondan hayâsını alır. İnsandan utanma kalkınca, yaptığının hesabından korkmaz. Kimsenin kınamasından korkmaz. Kimsenin kınamasından utanmaz. İnsanlara kötülük yapmaktan çekinmez.
Hayâ imandandır. İman ise sahibini cennete götürür.
Arsızlık kabalıktan sayılır, kabalık sahibiyle cehennemdedir.
İnsanın titremesi, bazı durumlar karşısında yüzünün kızarması, yüce bir meziyet, şerefli bir yaratılışa işarettir. Hayâ bir adam biçiminde olsaydı, gerçekten iyi bir adam olurdu. Arsızlıkta, adam biçiminde olsaydı, şüphesiz kötü bir adam olurdu.
Sokaklarımızdaki yavrularımızın bu yarı çıplak hali, hayâlarını yitirmiş olmalarındandır. Büyüklerine saygısızca davrananlardan da hayâ alınmıştır. Ve televizyon programlarına, hiç rahatsız olmadan bakan gözlerimizin hayâsından şüphe etmemiz gerekmez mi? Televizyonun yavaş yavaş, utanma duygumuzu yok ettiğine şahit olmuyor muyuz?
Allah bir kulu helak etmek isterse, ondan hayâsını alır.
MÜSLÜMAN GIYBET ETMEZ
Rasulullah (sav): “Gıybet nedir bilir misiniz?” buyurdu. Sahabeler: ‘Allah ve Rasulü daha iyi bilir’ dediler. “Din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır” buyurdu. ‘Kardeşimde söylediğim ayıp varsa, ne dersiniz?’ diye sorulması üzerine; “Eğer söylediğin onda varsa gıybet olur, yoksa iftira etmiş olursun” buyurdu Rasulullah (sav).
Kardeşimizin bir ayıbını gördüğümüzde, onu yaymamalı, insanların yanında onu anmamalıyız.
“Kimse kimseyi çekiştirmesin. Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksindiniz. Allah’tan sakının. Allah tövbeleri kabul edendir, acıyandır.” (HUCURAT 13)
“Kişinin Müslümanlığının güzelliği, kendini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesidir.” (Hz. Muhammed a.s)
Kardeşimizin bir sıkıntısı varsa, bizimle paylaşmak istiyorsa, bize söyler. Araştırmanın, başkalarına sormanın İslam ahlakıyla alakası yoktur. Kardeşimizi üzgün gördüğümüzde, ne oldu, canın niye sıkıldı diye sorabiliriz. Söylemiyorsa, ısrar etmenin anlamı yoktur.
MÜSLÜMAN KÜFÜR VE KÖTÜ SÖZDEN KAÇINIR
Kızgınlığı anında müslüman bu ahlaka sarılırsa, dilinden küfür ve kötü söz çıkmaz.
Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Müflis kime denir, biliyor musunuz?” Sahabe: ‘Bize göre müflis, para ve malı olmayandır’ dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetimden müflis olan, kıyamet günü, namaz, oruç ve zekâtıyla gelir. Buna küfretmiş, şuna iftirada bulunmuş, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş olarak gelip, sevaplarından, buna şuna veren kimsedir. Üzerindeki haklar bitmeden, sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları alınıp ona yüklenilir, sonra da ateşe atılır.”
MÜSLÜMAN AFFEDİCİ VE BAĞIŞLAYICIDIR
Kim affeder ve bağışlarsa, onun ecri Allah’a aittir. Allah Rasulü (sav)’in, kendisini taşlarıyla kan revan içerisinde bırakan Taiflileri, doğduğu yurdu; Mekkesinden sürenleri affetmesi örnekliği, hafızalarımıza kazınmışken, bizlerin en ufak bir hatayı affedemememizi hangi ahlaki özellikle açıklayabiliriz? Gelini dünyalık bir hata yapmıştır, kaynana affetmez. Eşimiz bir kusur işlemiştir, biz affetmeyi bilmeyiz…
Allah öfkelerini yenenleri, insanların kusurlarını affedenleri, iyilik yapanları sever.
MÜSLÜMAN İNSANLARA YUMUŞAKTIR
Yumuşaklık bulunduğu her şeyi süsler. Allah Teala, Musa (as)’ı, kendisini ilah olarak ilan eden Firavun’a gönderirken bile “ona yumuşak söz söyleyin. Belki o aklını başına alır veya korkar.” (TAHA 44) buyurmuştur.
“Ey Aişe, Allah bir ev halkına hayır murat ederse, onlara yumuşaklığı gösterir.” (Hz. Muhammed a.s)
MÜSLÜMAN MERHAMETLİDİR
Sadece kendi ailesine, arkadaşına merhamet, merhamet değildir. Asıl merhamet, bütün insanlara, herkese acımaktır. Sen yeryüzündekilere merhamet et ki, gökteki de sana rahmet eylesin. Sahabe: ‘Ya Rasulallah, hayvanlara yaptığımız iyiliklerde bize ecir var mı?’ diye sordu. Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Her canlı için ecir vardır.”
MÜSLÜMAN DOĞRU SÖZLÜDÜR
Allah Rasulü (sav) daha İslam gelmeden önce, ‘El-Emin’ yani dosdoğru sözlü idi. Peki bizler, İslam ile birlikte ‘El-Emin’ miyiz?
Doğruluk sahibini cennete, yalan ise, cehenneme götürür.
Rasulullah (sav)’e soruldu: ‘Bir mü’min korkak olabilir mi?’ “Evet olabilir” buyurdu. ‘Bir mü’min cimri olabilir mi?’ Yine; “evet olabilir” buyurdu. ‘Bir mü’min yalancı olabilir mi?’ Bu sefer; “Hayır, asla olmaz” buyurdu.
Âmin (ra); Rasulullah (sav) bir gün evimizde duruyorken, annem beni çağırıp; ‘gel sana bir şeyler vereyim’ dedi. Rasulullah (sav); “ona neyi verecektin” dedi. Annem; ‘ona hurma vermek istedim’ dedi. Rasulullah (sav); “eğer ona bir şey vermeseydin, bu sana bir yalan yazılmasına sebep olurdu” buyurdu.
“İnsanları güldürmek gayesiyle, yalan konuşana yazıklar olsun. Şakadan da olsa yalanı terk edene cennetin ortasında bir ev verileceğine kefilim” diyor peygamber efendimiz. Ev sahibi olmak isteyenlere duyurulur…
MÜSLÜMAN EMANETİ KORUR
Emanet, kişinin yapmakla sorumlu olduğu tüm vazifelerinin bilincinde olmasıdır. En başta Kur’an bize emanettir. Bedenimiz, malımız, çocuklarımız, namazımız… Biri diğerine bir söz söyleyip ayrılırsa, artık bu söylenen söz, onun yanında emanettir. Kişi Allah’ın rızası dâhilinde her şeyini kullanırsa, emanete riayet etmiş olur.
MÜSLÜMAN SABIRLIDIR
“Mü’minin benzeri taze başaktır. Rüzgâr bazen onu eğer, bazen de düzeltir. Sonuna kadar bu böyle devam eder. Kul kendine yazılan rütbeye erişemeyince Allah onu malı, bedeni, çocukları alanında musibetlere uğratır. O da buna sabrederse, Allah da ona yazdığı rütbeyi verir.” (Hz. Muhammed a.s)
MÜSLÜMAN MALINI İNFAK EDER
Müslüman Allah’ın kendisine verdiği malı Allah yolunda harcar, buna infak denir.
Toplumda, zengin-fakir, bolluk-yokluk bir arada bulunur. Huzurun sağlanması için, zenginin fakire, güçlünün güçsüze yardım etmesi gerekir. Mal ve zenginlik insanların manevi durumuna göre verilmez. Bu Allah’ın kanunudur. Kimse buna müdahale edemez. Sizin bir kısmınızı, bir kısmınız için imtihan yaptık buyuruyor Rabbimiz. Bazılarına zenginlik, para verdi ki, bakalım infak mı edecek, yoksa bana para layık olduğum için verildi, benim hakkım deyip, böbürlenip insanlardan uzaklaşıp, Allah’tan uzaklaşıp, ateşe mi yaklaşacak?
“Kul malım malım der. Şüphesiz malı, yiyerek tükettiği, giyerek eskittiği, Allah yolunda harcayarak ahiret için biriktirdiğidir. Geri kalanı ise, mirasçılarındır.” (Hz. Muhammed a.s)
Şeytanın hilelerine karşı, infaktan daha kuvvetli bir ilaç yoktur.
“İnsan sadaka vermeye kalkınca, yetmiş şeytan birden çenelerini kırarcasına onunla mücadele edip, onu vazgeçirmeye çalışır.” (Hz. Muhammed a.s)
Bir hadisi kutside şöyle buyurulur: “Ey kulum, infak et ki, bende sana infakta bulunayım. Allah’ın (cc) kudret eli doludur. Gece gündüz dağıtmakla eksilmez. Kâinat yaratıldı yaratılalı nasıl dağıttığını biliyorsunuz. Hazinelerinden herhangi birinde azalma olmuş mudur? Arşı su üzerinde, mizan elinde; O dilediğini düşürür, dilediğini de yükseltir.”
Kimin çocukları onun gafil, cimri olmasına sebep olursa, o hüsrandadır. Aslında malı stoklamak, fakirliği önlemediği gibi, zenginliği de garantilemez.
Abdullah bin Mesud, Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu söyler:
“Allah (cc) kendilerine mal ve evlat verdiği iki kulunu dünyaya salıverdi. Sonra birine ‘Ey falan oğlu falan’ deyince, o,
‘buyurun’ dedi.
Allah; ‘ben sana çok mal ve evlat vermedim mi?’
‘Evet, verdin Allah’ım.’
Allah; ‘sana verdiklerimi ne yaptın?’
‘Fakir düşmesinler diye çocuklarıma terk ettim.’
Allah; ‘sen gaybı bilseydin, az güler çok ağlardın, çünkü senin onlar hakkında korktuğunu başlarına getirmişimdir.
Diğerine de, ‘falan oğlu falan’ dendiğinde,
‘Buyurun’ der.
Allah; ‘Sana çok mal ve evlat vermedim mi?’ der.
‘Evet, verdin Allah’ım’
‘Sana verdiklerimle ne ettin?’
‘Senin yolunda harcadım, çocuklarımı da senin bol rahmetine terk ettim.
Allah; ‘sen gaybı bilseydin, çok güler, az ağlardın. Çünkü itimat ettiğin hususun aynısını takdir etmişim, çocuklarının rızkını da genişletmişimdir.”
Müslümanın ayağı bir günaha kayar. Rabbi ile alakasının kesildiğinin farkına varırsa, böyle bir durumda, temizlenmenin, kaybettiğini tekrar elde etmenin, Rabbini razı etmenin yolu, yanındaki çok kıymetli malını infak etmesidir.
“Mallarınızı zekât ile muhafaza edin. Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Bela dalgalarını dua ve yakarışla karşılayın. İyiliklerde bulunmak, kişiyi kötülüklerden korur. Kimsenin bilmediği şekilde sadaka vermek, Allah’ın gazabını durdurur. Sıla-i rahimde bulunmak ömrü bereketlendirir.” (Hz. Muhammed a.s)
“Kazandıklarınızın iyisinden, size verilirse, gözünüzü yummadan alamayacağınızı, kötü malı hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir.” (BAKARA 267)
Yarın mahşer gününde, verdiklerimiz gösterilecek. Tepkimiz ne olacak acaba? Nerede kullanmadığımız, eski varsa, infak denilince, maalesef aklımıza o geliyor. Bir âlimin dediği gibi, ‘Allah’ın rızası çöp tenekesi mi?’ Oysa Rabbimiz, hayır olarak ne verirseniz, ne varsa, karşılığı size tam olarak verilir. Asla haksızlığa uğratılmazsınız, buyurmuştur.
MÜSLÜMAN İSRAF ETMEZ
İsraf; insanların yaptıkları şeylerde haddi aşmalarıdır.
“Harcamada iktisat, geçimin yarısıdır. İnsanlara kendini sevdirip yaklaşabilme, aklın yarısı, güzel soru sorma da ilmin yarısıdır.” (Hz. Muhammed a.s)
Haddin aşılması, ölçünün taşırılması daima zarar getirir. Hatta şifa için kullanılan ilaçlar ölçüsüz alınırsa, şifadan çok zararı olur. Mesela bal şifalıdır, aşırı yiyeni zehirler. Aynı zamanda israfın manevi tahribatı da büyüktür.
İsraf; nimeti hafife almaktır. Rabbimiz buyuruyor ki: “Biz bol geçimi ile halkı şımarmış nice memleketleri helak ettik.” Ve yine: “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez.” buyuruyor Rabbimiz.
Yemede ve misafire ikramda israfımız hat safhada. Artık misafir ağırlamaktan korkar olduk. Oysaki biz dostlarımızla beraber olmak, fikir alış-verişi için görüşüyoruz. Aman en güzelini ben yapayım, daha çok yapayım, hayır yapayım derken israfa kaçıyoruz.
Hz. Ömer, kişinin her arzu ettiğini satın alıp yemesini, israf olarak yeterli görürdü.
Kişinin israf ve cimriliğe kaçmadan, ailesine yaptığı bir harcama, Allah yolunda yapılan harcama sayılmıştır. Hikmet sahibine sorulmuş; az harcama ne zaman israf, çok harcama ne zaman normal sayılır? Az harcama batıl yolda israf olur, çok harcama, hak yolda olduğu zaman normal sayılır.
Hz. Ebubekir, Tebuk savaşı için, bütün malını vermiştir. Allah Rasulü; ‘Ey Ebubekir, çoluk çocuğuna ne bıraktın? Diye sorunca, Ebubekir şöyle cevap vermiştir; ‘Allah ve Rasulünü.’
Bir insanın Ebukubeys dağı kadar altını olsa, Allah’a itaat için harcasa, israf olmaz.
İsraf, kıyafette de haramdır.
Sizden önceki ümmetlerden bir adam, güzel bir elbise giyinerek dışarı çıktı. Böbürlene böbürlene yürümeye başladı. Bunun üzerine Allah, yere onu yutması için emir verdi. Bu adam kıyamete kadar batmaya devam edecektir.
Herkes kendi konumuna göre yiyip içmesini, giymesini ayarlayacak, Allah yolunda tasaddukta bulunacak, israf etmeyecek, cimriliğe düşmeyecek kibirlenip böbürlenmeyecektir.
İsraf, sadece yeme içmede değil, konuşmaktan gezmeye, zamanımızı israfa kadar varıyor. Sermayemiz olan zaman, her gün eriyor.
İktisat edeni Allah zengin eder, israf edeni de Allah fakir kılar. Tevazu göstereni Allah yükseltir, zulmedeni Allah parçalar.
“Allah bir ev halkı hakkında hayır dilerse, onları dinde bilgi sahibi kılar. Küçüklerini büyüklerine saygılı yapar. Hayatlarında yumuşaklık, harcamalarında iktisat nasip eder. Tövbe etmek için kusurlarını kendilerine gösterir. Hayır dilemezse, onları kendi haline terk eder.” (Hz. Muhammed a.s)
Hz. Peygamber (sav), abdest almakta olan Sad’ın yanından geçti ve ‘Ya Sad, bu israf nedir?’ buyurdu. Sad da, abdestte israf olur mu? Diye sorunca, Rasulullah (sav): “Evet, akan bir nehir üzerinde de olsan, normal miktarın üzerinde su harcaman, abdestte israf olur” buyurdu.
Günümüzde, kapitalist ekonomi sistemi, zorunlu olmayan ihtiyaçları, reklamlarla, indirimlerle, zorunlu ihtiyaçmış gibi gösterip, sürekli tüketimi körüklemekte, insanları kendi nefislerine köle yapmaktadır. Sömürü tuzaklarına kanmayıp, ihtiyaçlarımızın tespitinde, şer’i ölçüleri göz ardı etmemeliyiz.
İsraf, şeytani bir ameldir ve şeytanın ahlakıdır.
MÜSLÜMAN VERDİĞİ SÖZDE DURUR
MÜSLÜMAN GÜLER YÜZLÜDÜR
MÜSLÜMAN İYİLİĞİ EMREDER, KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRIR
MÜSLÜMAN KÖTÜ ZANDAN ÇEKİNİR
MÜSLÜMAN SIR SAKLAR
MÜSLÜMAN ARALARINDA ÜÇÜNCÜ BİR ŞAHIS VARKEN GİZLİ KONUŞMAZ
MÜSLÜMAN ALÇAK GÖNÜLLÜDÜR
MÜSLÜMAN KİMSEYLE ALAY ETMEZ
MÜSLÜMAN RİYA VE GÖSTERİŞTEN UZAKTIR
MÜSLÜMAN HASTALARI ZİYARET EDER
MÜSLÜMAN İNSANLARI SEVİNDİRİR
MÜSLÜMAN KOLAYLAŞTIRICIDIR, ZORLAŞTIRICI DEĞİL
MÜSLÜMAN HER DURUMDA ADALETİ GÖZETİR
MÜSLÜMAN KİMSENİN BAŞINA GELEN KÖTÜLÜĞE SEVİNMEZ
MÜSLÜMAN YAPTIĞI İYİLİKLERİ BAŞA KAKMAZ
MÜSLÜMAN MİSAFİRPERVERDİR
MÜSLÜMAN İFFETLİDİR, DİLENMEZ
MÜSLÜMAN TOPLULUKTA BULDUĞU YERE OTURUR VE YENİ GELEN BİRİSİNE DE YER VERİR
MÜSLÜMAN ZOR DURUMDA OLANA KOLAYLIK SAĞLAR
MÜSLÜMAN SİHİR, BÜYÜ İLE UĞRAŞMAZ
Aslında daha pek çok sıralanacak ahlaki özellikler var. İslam ile ilgili hiçbir alan yoktur ki, güzel ahlakın kapsamına girmesin.
Bunca söylemden sonra, anlaşıldı ki; müslüman güzel ahlaklıdır. Güzel ahlak, suyun buzu erittiği gibi, günahları yok eder. Kötü ahlak da, sirkenin balı bozduğu gibi iyi amelleri mahveder. Güzel huy ve ahlak, dinin kabıdır. Değerli eşyaların emin yerlerde saklandığı gibi, yemeğin bir kap içerisinde saklandığı gibi, dini hasletleri de ancak güzel huylarla ve düzgün ahlakla korumak mümkündür. Yemek açıkta bırakıldığında, kokuştuğu, bozulduğu ve mikrop kaptığı gibi, din de ahlaksız bozulur. İnsanın ahlakı bozulursa, dini hayatı arızalanır.
Mü’min iyi ahlakı sayesinde, gece namaz kılan, gündüz oruç tutanlar derecesine ulaşır. Kıyamet gününde, mü’minin mizanında, iyi ahlaktan daha ağır bir şey yoktur. (İnsanlar içinde en güzel ahlaka Allah’ın Rasulü (sav) sahip idi.) Hz. Aişe’ye, onun ahlakı nasıldı diye sordular. O da onun ahlakı Kur’an’dı, diye cevap verdi. Demek ki bunca bozulmamız, bunca düşmanlığımız, bunca dargınlıklarımız, bunca hırslarımız, Kur’an’dan ayrıldığımız içinmiş. Kur’an’ı yeniden hayatımıza taşıdığımızda, şahsiyetli müslümanlar oluruz.
Dikkat ettiyseniz güzel ahlak kavramını tam bir kalıba sokup, tarif etmedik. Zaten tam olarak tanımlamaya da, burada ne gücümüz ne de vaktimiz yeter.
KUR’AN + SÜNNET = GÜZEL AHLAK
“Allah’ım, yüzümüzü güzel yarattığın gibi, ahlakımızı da güzelleştir.” Amin
Vel hamdu lillahi Rabbil Âlemin…
Nuran Karakaya
Bu konferans Ankara – Ayder vakfında yapılmıştır.
Word Dosyası olarak İNDİR