Adımlarımızı Tekrar Atalım
Kıymetli okuyucularımı biraz mâzinin derinliklerinde muhasebeye götürmek istiyorum. Çok değil bundan 30-40 yıl önce veya 10-15 yıl öncesine kadar çok keyif verici bir yaşam tarzımız vardı. Hayattan zevk alırdık. Hasbi olmanın lezzetiyle yaşardık. Ne güzel günlerdi o günler!..
ardeşlerimizle bir araya geldiğimizde hep Allah’ın rızasını dikkate alırdık.
Teşkilâtlarda imkânlarımızı paylaşarak toplanırdık.
Soğuk kış gecelerinde parasızlıktan kömür alınamadığı için meyva sandıklarının yakıldığı sobaların etrafında yaktığımız tahta parçalarından ziyade muhabbetlerimizle ısınırdık.Ne muhteşem kardeşlik günlerimizdi o günler. O ortamda içtiğimiz çaylar içimizi ısıtır, bedenimize şifa olurdu.
Toplantı, konferans ve seminer çıkışlarında kimsenin arabası olmadığı için kol kola girer dinlediklerimizin kıritiğini yapa yapa evlerimize dağılırdık. Hiç birimiz o günlerde uzun yola erinmezdi.
Lüksümüz yoktu.
Paramız da yoktu. Para bol bol nasıl harcanırdı hiç bilmezdik.
Evlerimiz kira ile oturduğumuz mekânlarımızdı.
Hiçbir imkânımızı israf etmezdik.
Teşkilâtlarımızı nöbet usulü hiç boş bırakmazdık. Oralardaki hizmeti vatan sınırı beklemekle eş sevap kazanacağımızı bilir, lâhavleler dilimizden eksik olmazdı.
Çeçenistan’dan, Bosna’dan, Afganistan’dan, Filistin’den… mermi sesleri gelmeye başlayınca kardeşlerimize yardıma gitmeye can atardık. İmkânlarımız buna yetmeyince gözyaşıyla yaptığımız dualarımız mazlum kardeşlerimize makbul bir yardım olarak ulaşırdı.
Cep telefonlarımız yoktu.
Evlerimiz ve toplandığımız yerler telefon zırıltılarıyla konuşmalarımızı en canlı anlarında kesintiye uğratmazdı. Hava atmak mı dediniz? Ne gezer hiç birimiz böyle bir terbiyesizlik yapmazdı.
Kredi kartı borcumuz, araba taksidimiz, tatil hesabımız, biriktirmek gibi bir sevdamız yoktu.
Hiçbirimiz gelecek endişesi taşımazdık. Çünkü yarın için inancımız samimi idi. Güzel günlerin geleceğine inanır o günlerin çabucak gelmesi için gayret ve dualar ederdik. Müjdeli haberler aldıkça dünyalar bizim olmuşcasına sevinirdik.
O günlerde sahabe efendilerimizi, önderlerimizi örnek alır çevremize öylesi yaşantımızla örnek olurduk.
Evlerimizde akşamları Kur’ân-ı Kerîm okunurdu.
Misafir olduğumuzda veya geldiğinde Allah (CC)’tan Peygamber (SAV)’den, Kur’ân’dan, Sünnet’ten konuşulurdu. Konuşulmakla kalmaz öğrenilenler ânında Sahabe-i Kiram efendilerimiz gibi hayatta devreye girerdi.
Akşamları aile meclisi kurulur, yapılanlar değerlendirilir; yapılacaklar da istişare edilirdi.
O günlerin hayata yansımasında bir güzellik bambaşka özellikler vardı.
Ya şimdi!
İçimiz dondu, gidişatımız bozuldu.
Örnek alamaz ve güzel numune olamaz olduk.
Geriye baktığımızda toplum olarak değiştiğimize şahid oluyoruz.
Ne oldu bizlere?
Olan belli. Dilimizden şehadeti, hayatımızdan onun etkisini düşürdük. Böylece Allah (CC)’da onu kalbimizden aldı.
Kelime-i Tevhidi ve kapsadığı mânâyı, o idealleri, o heyecanı, o hasbiliği tekrar dilimize kazandırmak, kulaklarımıza doldurmak, kalblerimizden düşürmememiz gerekiyor. Nerede hata yaptığımızı anlamamız ve düştüğümüz yerden kalkmamız gerekiyor. Bu duygunun ve coşkunun tekrardan harekete geçirilmesi bunun için de zaman geçirilmemesi kaçınılmaz bir zaruret oluyor.
Bütün olumsuzluklardan kurtulmanın yolu ve adresi belli:
Ne zaman kiminle olursa olsun bir araya geldiğimizde ne kadar maaş aldığımızdan ve biriktirdiklerimizden, arabalardan, bilgisayarlardan, gıybetten, dedikodudan değil de Kur’ân’dan, Hadis’lerden, ahlâktan, edepten, kısacası bizi BİZ yapacak hasletlerden bahsedersek işte o andan itibaren hidayet bulmuş olacağız. Haydi adımımızı atalım bakalım…
Mevlüt ÖZCAN