Aksa İçin Ne Yapabilirim? – Dr. İyad Kunaybi
Aksâ’yı Kurtarmak İçin Ne Yapabilirim?
Bu soru tıpkı şu soruya benziyor: “Binanın 4.katını yapmak için ne yapabilirim?” Cevap çok basit: İlk üç katı yapmalısın!
-“Ama durum çok acil… Onu her an yıkabilirler!”
-Bilmiyorum ki 4.kat, kardeşi olan diğer katlardan önce aceleyle mi bina edilmişti!
Aksâ işgalinin önemli sembolik bir yönü var: Yeryüzünün en temiz mekânlarından biri, mahlûkatın en necis olanlarının işgali altında: Yahudiler!
Aksâ’nın işgali, saygınlığının çiğnenmesi ve yıkılmakla tehdit edilişi, ümmetin düşmanlarına tâbi olan ve ümmetin günahlarından ötürü onlara musallat edilen azgın tağutlar tarafından İslam ülkelerinde yapılan işgallerin doruk noktası oldu. Böylece Müslümanların canlarına, mallarına ve hürriyetlerine tahakküm ediyorlar ve onları İslam’ın iktidarından, adaletinden ve rahmetinden mahrum bırakıyor, İslam ülkelerini yağmalanması mubah duruma getiriyorlar. Aksâ’yı yardımsız bırakmak üzere her ülke halkını da kendi canlarıyla meşgul ediyorlar.
Aksâ, ancak Müslümanların nefisleri şehvetler, şüpheler, kalbi hastalıklar ve gafletle kirletildikten sonra kirletilmiştir.
Aksâ’nın başına gelen her şey ümmet için zillettir. Bu da Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellemin bahsettiği zillet hallerinden biridir: “Allah sizin üzerinize öyle bir zillet musallat eder ki, siz dininize dönünceye kadar o zilleti sizden kaldırmaz…” İşte genel manasıyla bu şekilde.
Mademki Aksâ’nın işgali, ruhların ve İslam ülkelerinin işgalinin doruk noktası oldu, o halde onun özgürleştirilmesi de ancak bu kölelikten kurtulmak için özgürleşmeye yönelik çabaların doruk noktasındayken olacaktır.
Allah’ım bizi bu iki özgürleştirmenin de askerlerinden kıl.
Allah-u Teâlâ Âlem…
19/10/2014 – Dr. İyad Kunaybi
Çeviri: Kulliyetu Neva
Gazze Adına Öfke; Peki Ya Sonrası?
Kâfirlerin Müslümanlara yönelik birçok katliamına şahid olduk.
Endonezya’dan Bosna’ya, Çeçenistan’a, Afganistan’a, Burma’ya, Ahvaz’a, Irak’a, Şam’a, Güney Lübnan’a, Filistin’e, Mısır’a, Somali’ye, Nijerya’ya, Orta Afrika’ya, Mali’ye ve diğerlerine varıncaya kadar. İşte Gazze yarası da yeniden kanıyor.
Her defasında biz Müslümanlar duygusal bağışlarda bulunuyor ve rahatlatıcı eylemlerle karşılık vererek kendimizi ifade ediyoruz: Üzücü yorumlar eşliğinde resimler aktarıyoruz, kâfirleri ve onlara yardım edenleri lanetliyoruz, kasideler yazıyoruz… Hüzün ve sevinç, yeis ve ümit, öfke, korku ve riyâ arasında gidip gelen duygularımız… Bazen de Müslümanların dramlarıyla şöhret elde etmek için işi ticârete dökmek!
Bütün bunların hepsi, toprağın altında yatan cesetlere tek bir ruh üflemiyor, annelerinin, babalarının şefkatinden koparılan yüzlerce yetime telafi olmuyor. Ne kesilen bir bacağı, ne de bombardıman sebebiyle çıkan bir gözü geri getirmiyor, düşmanda herhangi bir çizik dahi oluşturmuyor.
Ne zaman başımıza bir musibet gelse, içimiz şiddetli sempati ve nefret hisleri ile doluyor, ancak ıstırap devam ediyor, irade gücümüz giderek tükeniyor ve kendimizde kayda değer bir değişiklik elde edemiyoruz. Biz gene ayni rahatına düşkün fasık kalıyoruz!
Dün Gazze için gerçekten samimice gözyaşı dökmüş bir kız gidiyor ve Müslüman gençlere fitne yapacak bir şekilde giyiniyor; diğerleri gidip, mazlum kardeşlerine yardım etmeyi düşünenleri bile suçlu gören yasaları çıkaran milletvekillerine oy veriyorlar. Ve ne için?
Bir makam elde etmek için veya bir akrabasına oyunu vererek aile ismini “şereflendirmek” için!
Manavcı, Siyonist ürünlerini satın almaya devam ediyor ve nedeni sorulursa, “Ne yapmam gerekiyor?” diye cevaplar. Bir mühendis gidiyor ve “safça”, Amerikan askeri üs veya Amerikan askerleri ve müttefikleri için eğitim kampı bina etmek isteyen bir projede çalışmanın caiz olup olmadığını soruyor ve “Eğer ben bu işi yapmazsam bir başkası kesin yapacaktır!” diyerek tartışmaya devam ediyor!
Iş adamları, tüm nifaklarını göstererek, gidiyorlar ve içinde Siyonistlerin muhafızları olan liderlerinin portrelerinin bulunduğu binalarını süslüyorlar ve aynı anda biliyorlar ki, iffetli ve tertemiz kıza tecavüz eden, eğer güvenilir muhafızları olmasaydı o tecavüzü gerçekleştiremezdi!
Dükkân sahipleri ve alışveriş merkezi müdürleri uygunsuz ve Müslüman gençlerde fitneye sebep olan resimleri “Büyük marka” bahanesini öne sürerek asıyorlar. Müslüman gençler, aslında düşmanlarının onları yönetmek için arzuları dizgin olarak kullandıklarını bildikleri halde, gidip dizilere ve pornografik ürünlere bakıyorlar. Kendilerine fayda verecek ve ümmetin tekrar yükselmesi onsuz mümkün olmayan ilim öğrenecekleri yere gidiyorlar ve boşa geçen hayatlarının kıymetli günlerini ve senelerini boşuna harcıyorlar.
Yukarıda geçen insan türlerinin çoğu aslında şaşkın ve SIKINTILI idiler. Onlar Yahudilere ve onların arkalarında duranlara (buna kendileri dahi olsalar bile) lanet okuyanlar idi ve belki defalarca iç çekerek Allah’tan kolaylık isteyerek dua ettiler. Bu cürümleri azaltabilmek için medyanın hırsının ve insanların öfkesinin yardımcı olabileceği inkâr edilmez ve kardeşlerimize karşı mevcut olan sempatiyi küçümseye kalkışmıyorum. Benim dediğim şu ki, bu hisler hiç yeterli ve tatmin edici değildirler. Bu durum, sanki hapis yatan ve işkence gören kardeşlerimize tek verebileceğimiz şey serbest kalmalarını dilemek ve onlara karşı sempati hissetmek gibi. Ama onları özgürleştiremiyoruz çünkü kısıtlamalar ve engeller altında kalmışız. Cehalet, heves ve kalplerimizin hastalığında boğulmuşuz. Kalplerimiz ve ruhlarımız, aynı topraklarımız gibi işgal edilmişler. Belki de bu kısıtlayan şeylere bu kadar bağlı olduğumuz ve onlarla bir arada yaşadığımız için neticesinde Allah bize bu SIKINTILARI ve musibetleri gönderdi ve kötü insanlara otorite verdi.
SIKINTININ sebebi mevcut olan rejimlerin liderleriymiş gibi görünse de, bence onlar sadece daha esas bir nedenin neticesidir: kendi günahlarımız!
O alçak liderler sizin hapishanelerin etrafında çaresizce ağlayarak dönüp dolaşmanızı ve onların serbest bırakılmaları için uğraştığınızı durdurmaya ihtiyaç duymuyorlar, çünkü derdiniz dindikten sonra basarisiz olup pes edeceklerinize eminler ve biliyorlar.
Şuan ki trajik durumumuzda, birisinin yanına gelip şu engellerden (öncelik ile günahlarımızdan) kurtulmamızın gerektiğini söylediğimiz zaman hayret ediyorlar ve “Ne engeli? Kardeşlerimiz katlediliyor, bize acil bir çözüm lazım” diyorlar. Peki, bu uzun zamandır süren önceki durumlarda da bu tepki kaç kere tekrarlandı? Acil çözüm hiç mevcut muydu? Ne acil bir çözüm mevcut idi ne de biz bu engelleri kaldırabildik. İster beğenin ister beğenmeyin ama bu engeller bir kaç dakika olan bir süreç içinde sanki büyü ile yapılmış gibi yok edilemezler.
Son devrimlerde Müslümanlar sadece köpürdüler, ama bunun beraberinde ruhların gerçekten değişmesi ve heveslerin ve kalp hastalıkların ortadan kaldırılması hiç gerçekleşmedi. Sonuçları ne idi? Kâfirler bu devrimleri zapt etmeyi başardılar. Üstelik Müslümanların birbirlerine karşı savaşmalarını da başardılar. O halde biz ne yapacağız? Sadece toplumdan uzak olup ilim öğrenip ruhumuzu temizlemek ile mi uğraşacağız? Öyle ise, o zaman Allah Resulünün dediğini hangi şekilde anlamış oluyoruz? “Müslümanların sevgi ve şefkat konusundaki misali bir beden gibidir. Bir uzvu ağrırsa uykusuzluk ve ateşten dolayı tüm vücut acıyı hisseder.”
Kardeşler ve bacılar! Bir şeyi bilmemiz lazım: Hesap gününde Müslümanların her halinden mesul olacağız!
“Ve eğer Allah dileseydi, elbette onlardan intikam alırdı. Ve lâkin (bu) sizin bir kısmınızı, diğer bir kısımla imtihan etmek içindir. Ve onlar ki Allah yolunda öldürülenlerdir, o takdirde onların amelleri boşa çıkarılmaz.” (Muhammed: 4)
Bizim yapmamız gereken, bu kızgın topluluğu pozitifçe hareket eden bir birlik haline getirmektir. Arabalar yakıtlı motorlar ile ilerler. Bu yakıt ait olduğu yerden başka bir yere doldurulursa arabayı yakar ve tehlike oluşturur. Kaç tanemiz Müslümanların SIKINTILARI ve kederleri yüzünden Allah’ın fiillerine ve kadere karşı şüphe duymaya, kendisine ve diğerlerine karşı inat etmeye ve hep başkalarını hor görmeye başladı ve böylece Müslümanların dertlerini arttırdı. Kızgın toplumuzdan faydalanmayı becerebilirsek sonunda saydığımız tüm engellerden ve kısıtlamalardan kurtulmuş olacağız. Bazıların bize söyle diyecekleri kaçınılmaz: ” Bu bizi sadece gerçek görevimizden alıkoyuyor, cihaddan başka bir çözüm yok.” Sevgili kardeşim, hiç kimse bunun yapılabilecek en iyi şeyin olduğuna itiraz etmiyor. Ama farz edelim konu bu değil, ne yapacaksın? Hiç birşey mi? Kaç kere bu tepkiyi verdin ve ardından kendinde hiç bir değişiklik olmadı? Ciddi diyorum, kendimizi gerçekten değiştirelim:
1. Kaç tane bacı: “Gazze’ye destek olabilmek için kendimi doğru dürüst hicab giymeye zorlayacağım.” diyecek?
2. Kaç tane kardeş: “Gazze’ye destek olabilmek için kendimi namazlarımı gerektiği gibi kılmaya zorlayacağım.” diyecek?
3. Kaç tane dükkân sahibi Gazze’yi desteklemek için dükkân duvarlarından kötü resimleri silecek?
4. Kaç Müslüman Gazze’yi desteklemek için paralarını faizli banka hesaplarından geri çekecek?
5. Kaç tane “Müslüman Gazze’yi desteklemek için çocuklarıma faydalı ilim öğreteceğim” diyecek? (Selahaddin’in nesli bu şekilde ortaya çıkmıştı)
6. Kaç tane “Müslüman Gazze’yi desteklemek için mahallenin çocukları için yaz tatillerinde faaliyetler organize edeceğim ve onları boş boş dolaşanların ve uyuşturucuların ve apaçık küfür sözler söyleyenlerin arasında ve Gazze’nin trajedik durumundan daha beter olan bir durumda bırakmayacağım” diyecek?
7. Kaç kişi “Gazze’yi desteklemek için sigara içmeyi bırakacağım ve o parayı onun yerine muhtaç olan ailelere vereceğim çünkü insanlara rahmet edene Allah da rahmet eder” diyecek?
8. Kaç kişi “Gazze’yi desteklemek için dükkânıma veya ofisime ümit veya korku içinde astığım tiranların resimlerini kaldıracağım çünkü onlar bu suça ortak oldukları için onları övemem” diyecek?
Evet, bunlardan birkaç tanesini yapacak mıyız? Yoksa kardeşlerimizi toprağa verilirken biz bi sinirlenip bi sakinleşmeye devam edip önceden bulunduğumuz dikkatsizliğe mi döneceğiz?!
Ümmeti İslam Adına Çeviri: Tuğba Yeşil