Ben Çok Pişmanım Anne!
BEN ÇOK PİŞMANIM ANNE
Sevgili anneciğim,
Dünyada olsaydın bu gün 63 yaşında olacaktın. Dünyalar güzeli o gözlerinin içine bakışımın, cennet kokulu saçlarını koklayışımın 30. yılı olacaktı. Annem benim! Güzel annem, bugün adının konduğu, ilk defa ezanı duyduğun gün, anne bu gün senin doğum günün. ‘’İnsanın doğduğu gün vefat etmesi geriye kalanlar için bir nimet, Rabbimizin bize hediyesidir’’ derdin. Senin annen de seni doğurduğu gün ölmüştü. Belki de biliyordun, biliyordun da bu gün öleceğini o yüzden söylemiştin. Hatırlıyor musun anne? ‘’ Doğduğunda okunan ezanın namazını öldüğünde kılarlar kızım’’ derdin. O zaman çok küçüktüm anlamazdım ne demek istediğini fakat kaç yaşına gelmişim hala anlayamamışım demek istediğini. Beni affet anne cenazene bile gelemedim. Kızma bana olur mu? Yüzüm yoktu anne. İçimdeki pişmanlık alevleri beni küle döndürdü. Hayatta olsaydın her şeyime rağmen ‘’Kızım!’’derdin bana, oysa ben sana layık değildim.
Senden gizli gizli o kadar şey yaptım ki kaç yıl bunların yangınıyla yaşamışım ama şuan çıkıyor alevleri anne. Hayatta olsan gözlerimin içine bakar, o güzel gülüşünle içimi ısıtırdın. İçimde alevler yükseliyor fakat ben çok üşüyorum anne. Affet affet Anne! Çok pişmanım. Başımdaki örtünün, elimdeki kınaların, giydiğim eteğimin kıymetini bilemedim ben. Bilememekle kalmadım, Rabbime ve sana karşı geldim. Allah’ın rızası ana babanın rızasındadır hadisini bile bile karşı geldim. Senin evladın olamam ben anne, olamam. Oysa sen beni nasıl eğitmiştin. Her hafta bir ayet, bir hadis ezberletmemiş miydin? Ezberletirken bile o saf yüreğinle “Kızım önemli olan kuru kuru ezberlemek değil hayata geçirmektir.” diyip bir sonraki ayet ve hadis için bir hafta vermiyor muydun bana, ya ben ne yapıyordum. Ofluyordum pofluyordum, sırf laf olsun diye ezberliyordum. Şimdi oflamalarım poflamalarım bir bir yüzüme çarpılıyor anne.
Hayatta olsan da elimden tutup ‘’Buna da şükür kızım Elhamdülillah!’’ dedirtebilsen. Gözyaşlarımı o güzel tülbentin ile silsen ‘’Yalnız Allah için ağla, gözyaşların ancak onun için ağlayınca değer bulur’’ desen. Her günaha girdiğim zaman o saf kalbinle bana ‘’Kızım Allah kullarıyla beraberdir. Biz kullar kimin ne yaptığını görmesek de o her şeyi görür ve bilir’’ derdin. Sanki bilirdin benim günaha girdiğimi, kendime zulmettiğimi. Belki de biliyordun ama böyle bir kıza nasıl yardım edeceğini sen bile bilmiyordun, bunları söylemekle beni uyarıyordun. Cennet anaların, cennet senin ayaklarının altındaydı ama ben o ayakları bir kere dahi öpmedim. 5 vakit abdestli o nurlu ayakları öpmedim. Gittim erkek arkadaşlarımla kafelerde oturdum. Ama seninle oturmadım anne. Senin o tatlı sohbetlerin, hoş sözlerin varken seninle oturmak bana külfet gibi gelirdi.Okula giderken eteğimi kısalttım, sen pencereden içeri geçince başörtümü çıkartıp çantama koydum. Ta ki eve gelene kadar bir daha örtümün yüzüne bile bakmadım. Okuldayım dedim, erkek arkadaşımla buluştum. Daha neler yapmadım ki anne. Sen her seferinde bunları yapıp eve geldiğimde yüzüme acıyla bakıyordun, gözlerinin içi titriyordu. Anlıyor muydun anne ? Kızının, senin kızının, daima sünnet üzerine yetiştirmeye çalıştığın, onun için kendinden vazgeçtiğin kızının; gözlerinin önünde mahvolduğunu, eriyip gittiğini,çukura saplandığını anlıyor muydun anne? Sana yalan söylediğini, haramlara girdiğimi, namazlarımı kılıyorum deyip de odaya geçip seni kandırdığını anlıyor muydun ? Anlasan ne yapabilirdin ki? Seni dinlemiyordum bile. Ben nefsimi dinliyordum, nefsimi anne. Adeta nefsimin kölesi olmuştum.
Biz sadece arkadaşız, biraz kısaltsam ne var ki, okulda zaten açığım dışarıda da açılsam ne var ki, bir vakitten ne olur ki, bir kez denemekten ne kaybederim ki, dünyaya kaç defa geliyoruz ki, bir defadan bir şey olmaz ki. Ben kendimi hep bunlarla oyaladım, bunlarla kayboldum, bunlarla kendimi kaybettim anne. Sanki yaradanımı, beni benden çok seven, beni sevdiği için yaratan, yarattıklarını gören,duyan,bilen ‘’Lebbeyk!’’ dediğimde ‘’Buyur kulum!’’ diyen Rabbimi, gönlümün sultanı, gözümün nuru, kâinatın güneşi Habibimi yeniden bulacağımı, yeniden Rabbime döneceğimi bilirmişçesine bana ‘’Kızım yaptığın bir şeyden pişman olursan demek ki hala senin için bir umut var demektir’’ derdin. Ne de güzel demişsin anne.
Biliyor musun anne dediğin ne kadar doğru! Her ne halde olursak olalım bir umut var. Benim umudumda Ecem’le gelmişti. Kapı çalmıştı, kapıya doğru gittim ve kapıyı açtım. Gelen, hani senin yardım ettiğin, yuvada kalan Ecem vardı ya. İşte gelen Ecem’di. Onu görünce biraz tedirgin oldum. Acaba cenazene gelmediğimi biliyor muydu, acaba beni ayıplamaya o günü hatırlatmaya mı geldi? Bu yaşıma rağmen küçük kızın bana diyeceklerinden korktum. Oysaki o bana senin yumuşaklığınla yaklaştı ve ‘’bunu anneniz yolladı’’ diyerek Kur’an-ı Kerimi elleriyle uzattı. Orada şoka girmiştim, hayretler içerisindeydim,rüyada gibiydim. Elim ayağıma dolanmış bir vaziyette, şaşkınlıklar içinde, Kur’anı alıp odama geçtim. Kur’anı masamın üstüne koydum, bir ona bir kapıya bakıp duruyordum içine bakıp bakmamakta kararsızdım. Önce bakmak istemedim. Daha sonrasında içimden bir ses açmam gerektiğini söylüyordu, kulak vermemeye çalışıyor fakat engel olamıyordum , annem nasıl yollamış olabilir diyordum. Şaşkınlıklar içerisinde Kur’anı elime alıp açtım açmamla birlikte gözüme bir ayet ilişti. Ve işte, işte o ayet, hayatımı baştan sona değiştiren ayet oydu. Beni sarsan kendime gelmem için tokat gibi çarpan ayet, oydu. Annem, güzel annem! Pişmanlıklarım ile ilgili sorularıma Rabbimden bir cevap vardı.
“Hâlâ mı Allah’a tövbe etmezler ve ondan bağışlanma istemezler? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”
(Mâide Suresi) 74. Ayet
Yazar: Elif Fedai
ağlicaktım yaa:(