Düşünce - Fikir

İstikametin Önemi

İstikamet kitabımızda birçok yerde geçen bir kavram. Salih, kurtuluşa eren, affedilen kullarının sahip olduğu bir özellik olarak geçiyor. Birçok yerde fiil hali kullanılırken;

Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra doğru bir istikamet üzere olanlar var ya, artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf/13)

Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet üzere olanlar var ya, üzerine melekler iner (ve der ki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin.” (Fussilet/30)

Sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! (Hud/112)

birçok yerde de Fatiha Suresi’nde “Bizi dosdoğru yola ilet” derken kullandığımız “مُسْتَق۪يمَۙ” kelimesi şeklinde geçiyor:

Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir. (Ali İmran/101)

İşte Allah’a iman edenler ve O’na sarılanlar, onları kendisinden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir ve onları dosdoğru bir yola iletecektir. (Nisa/175)

Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac/54)

Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola iletir. (Maide/16)

Yani kitabımızda kurtuluşa ermenin yolu “istikamet üzere olmaktan” “dosdoğru/müstakim yol” üzerinde olmaktan geçiyor. Bu sebeple imanımızdan sonra en başta gündemimizde olması gereken konulardan biri olmalı “istikamet.” İman etmek, hayatını iman üzere inşa etmeye karar vermek kadar; istikamet üzere olabilmek, sebat edebilmek de önem taşıyor. Hem Kuran’da iman edenlerin dualarında hem de Rasulullah sallahu aleyhi vessellem’in hayatında sebat edebilmek için birçok dua görürüz.

Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı sabit kıl, kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl! (Ali İmran/147)

“Ey kalbleri halden hale evirip çeviren Allah’ım, benim kalbimi de dinin üzere sabit kıl.”
(Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem)

Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem’in siyerinde bizlere istikametin önemini hatırlatacak birçok önemli isim var. Bunlardan 3 tanesi şunlardı; Zeyd ibn Amr, Osman ibn Huveyris, Ubeydullah ibn Cahş.

Zeyd ibn Amr; Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem’e risalet görevi verilmeden hayatını kaybetmiş bir hanifti. Onun peygamberliğini bile tasdik edemeden vefat etmişti. Putperestliğe karşı biriydi. Mekke’de mevcut bütün dinleri reddediyor, yanlış olduklarını kabul ediyor; ama tam olarak neyi takip etmesi gerektiğini de bilemiyordu. Kabe’nin etrafında sürekli şunu dile getirirdi:

“Ey Kureyş! Zeyd’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benden başka sizden hiç kimse İbrahim dininde değil”

Bu dinin gereklerini tam bilemediğinden Kâbe’ye dönüp, “Allahım! Sana ibadet etmenin en iyi yolunu bilsem öyle ibadet ederdim, ne yazık ki bilmiyorum!” diye hayıflanır, elleri üzerine secde ederdi. Onun ayrıca belirli vakitlerde Kâbe’ye yönelerek namaza benzer bir ibadeti yerine getirdiği zikredilir. (, I, 569-570). Kureyş’in akıldışı, adaletsiz uygulamalarını eleştirir, toplumu sorgulardı. Eleştirileri arttığında neredeyse her tevhid savunucusuna yapılan gibi yurdundan çıkarılmıştı. Sürüldü. İhtiyaçlarını karşılamak için Mekke’ye döndüğü bir gün saldırıya uğradı ve öldürüldü. Müslüman olan oğlu, babasının durumunu sorduğunda Rasulullah şöyle cevap vermişti; “o tek başına bir ümmet olarak haşredilecektir”

Osman ibn Huveyris de hakikat arayışı içerisinde olanlardan biriydi. Öyle ki bu arayış onu Mekke topraklarından İstanbul’a kadar sürüklemişti. İstanbul’da imparatorla görüşüp, onun takdirini kazanınca yüksek makamlara getirildi. Din olarak Hristiyanlığı seçti. Belki bu seçiminde en önemli etken ona reddedilmesi zor, cazip imkan teklifleriydi. Hayatını bolluk içinde, yüksek makamlarda, Hristiyan olarak geçirdi. Bilinmeyen sebeplerle zehirlenerek öldürüldü. Hicaz’a yönetici olma isteği sebebiyle imparatoru Hicaz bölgesini işgale teşvik etmesinden dolayı, Hicaz yöneticilerinin bunu yaptığı rivayet edilir. Allah en doğrusunu bilendir.

Ubeydullah ibn Cahş ise diğer iki örnekten farklı olarak, Rasulullah sallahu aleyhi vessellem’in risalet görevine tanık olmuş, tanık olmamakla kalmayarak onu tasdik ederek müslüman olmuş bir adamdı. O da hakikati aradığı zamanlarda birçok bölgeyi gezdi. Birçok kişiyle görüştü. Sonra Hristiyan olmuştu. Daha sonraları Rasulullah sallahu aleyhi vessellem’in İslam’a davet çalışmaları ile karşılaştığında İslam’ı seçti. Mekke müşriklerinin baskısına bile dayanarak dininden vazgeçmeyip, fetihten önce müslüman olma şerefine erişmekle de kalmamış, Habeşistan’a bile hicret etmişti. Habebiştan’a gittiğinde bulunduğu çevreden etkilenerek tekrar Hristiyan oldu. Eşi Ebu Sufyan’ın kızı Ummu Habibe onun durumunu şöyle anlatır:

“Bir defasında eşim Ubeydullah ibn Cahş’ı yüzü kapkara ve kötü bir vaziyette rüyamda görmüştüm. Bu durum beni korkuttu. Onun kötü bir durumla karşı karşıya olduğunu düşündüm. Konuşunca ‘Daha önce dinleri incelemiştim. Hristiyanlığı hepsinden iyi bulmuştum. Ancak sonradan Muhammed’in dinine girdim. Fakat şimdi Hristiyanlığa dönüyorum.’ Dedi. Gördüğüm rüyayı kendisine anlattım; ama gidişatını değiştirmedi. Sonra içkiye düştü ve çok geçmeden de öldü.”

İman yolculuğu ve mücadelesi, son nefesimize kadar sürecek bir süreç. Siyer okuduğumuzda, Kuran okuduğumuzda hatta kendi tarihimize baktığımızda bile görürüz ki nice “ne muhteşem imana sahip, ne fedakarlıklar yapmış” dediğimiz insanların ayakları kayabilmiş, dinlerinden dönmüşlerdir, kimileri ise onu bilmelerine rağmen dünyalık, nefsani sebeplerle kitaplarını tahrif etmişlerdir. Bizim onlardan olmamak için hiçbir garantimiz yok. Bazen yanlış amellere sahip birini gördüğümüzde “Allah hidayet versin” deriz. Çok güzel bir dua elbette. Ama bu duayı hidayeti bir daha kaybetmeyeceğimizden eminmiş gibi bir hisse kapılarak ediyorsak, büyük bir yanılgı içerisindeyiz demektir. Yusuf aleyhisselam’ın bile kendi nefsini temize çıkarmadığı, müslüman olarak ölebilmek için rabbimizden yardım dilediği, Rasulullah salllahu aleyhi vessellem’in rabbimizden ayaklarını, kalbini sabit kılmasını dilediği, Ömer r.a’ın münafık olmaktan korktuğu bu yolculukta ne sahip olduğumuz örtümüz, sakalımız, ne namazımız ya da güvendiğimiz ne ise bizi aldatmamalı.

Bahsettiğimiz 3 kişi, bir rivayete göre Mekkeli müşriklerin putları için toplandığı bir törende bir araya gelip kavimlerinin yanlış yolda oldukları üzerine konuşarak, yeni bir din aramak istediklerini dile getirmişlerdi. Başta hepsi doğru bir düşünceye sahipti. Hayatta karşılarına çıkanlar ise onları çok farklı yollara götürdü. Bizim de hayatımızda belki doğru ve samimi niyetlerle yola çıktığımız arkadaşlarımız, eşlerimiz, yol arkadaşlarımız olacak. Bazen doğru yolun ortasında ilerlerken onlar farklı yola gidecek, belki de o farklı yollara sapan biz olacağız bilmiyoruz. Karşımıza çıkan her seçimde ilk olarak “Bunun benim imanıma etkisi ne olacak?” diye düşünmek zorundayız. Rabbimiz imanımızın kesinlikle deneneceğini söylüyor. Sebat ve istikamet üzere olabilmek, müslüman olarak ölebilmek için çokça dua etmeli, rabbimizden yardım dilemeliyiz. Fatiha’yı okurken dosdoğru/müstakim yolu idrak ederek, öneminin farkında olarak istemeliyiz.

Rabbimiz! Bize hidayet verdikten sonra kalblerimizi saptırma; katından bize bir rahmet ihsan et! Şüphesiz ki sen, çok çok bağışlayansın. (Ali İmran/8)

Kaynaklar:

Hz Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti, Celaleddin Vatandaş
TDV İslam Ansiklopedisi

 

Elif Nisa

Site Yazarı

Benze Yazılar

Bir Yorum

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu