✨ Ramazan yazıları, videoları, dersleri, etkinlikleri için Ramazan dosyamızı inceleyin.

Ramazan Dosyası
Genel

Sen Yoluna Bak! Yolun Açık Olsun…

SEN YOLUNA BAK! YOLUN AÇIK OLSUN…

İnsanlık; önceden çizilmiş, hatları ve yörüngesi belli bir yolda yürüyordu. Kasıtlı ve belirli şahısların imzasını taşıyan belgelerle insanlığın, dahası Müslümanlığın rotası değiştirilmek istendi, nitekim bir milletin ezanına, diline, yazısına, bunlar bir tarafa başlarının içindeki beyinlerine müdahil olmak istedi birtakım adamlar. Demiştik ya belirli bir düzlemde her şey istedikleri gibi ilerledi.

Bir günün gecesinde ders notlarını kontrol ederek nefis muhasebesini yapıp ibadet bilincinde yatağına uzanan âlim, hoca, müderris ertesi sabah avamdan biri olarak açtı gözlerini. Bütün bunlar olurken Müslüman halk ya gerçekleri fark edemedi ya da durum gereği susmak zorunda kaldılar, Allahu a’lem.

Türkiye’deki durum buydu evet, ancak diğer milletlerdeki tablolar bundan çokta farklı değildi. Ümmetin 1100 yıllık birikimi olan Ezher, suskundu. Türkiye’de beyin cinayetiyle ödenen bedeller, İslam coğrafyasında ‘can’ olarak ödeniyordu. Burada âlimin mürekkebi gözyaşı olarak akarken yüzünden, orada, burada ve şurada yerde yatan ya da boynundaki yağlı urganla asılı şehidin damarından kan olup akıyordu…

Her halükarda bütün dünyadaki Müslümanların ödediği bedelin tek bir adı olabilirdi:

“Ey iman edenler! Düşman orduları üzerinize geldiğinde, Allah’ın size verdiği nimetleri hatırlayın ki, o zaman üzerlerine bir kasırga ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Ama Allah yaptığınız her şeyi görmekteydi. Onlar yukarıdan, aşağıdan üzerinize geldiklerinde gözler yılmıştı, korkudan yürekler ağza gelmişti. Allah hakkında çeşitli düşüncelere kapılmıştınız. İşte orada inananlar, sınanmış ve adamakıllı sarsılmışlardı.”[1]

Bütün bunlar olduktan sonra yıllar birbirini kovaladı. Zaman Allah’ın belirlediği bir mecrada aktı durdu. O yıllarda ekilen tohumlardan kimileri filiz verdi, kimileri görüntüsü ihtişamlı ama içi boş çınarlar oldu. Atalarının ‘davamız, ümmetimiz, cennet umudumuz’ dedikleri, uğruna kan ve mürekkep akıttıkları değerlere boş ve anlamsız gözlerle bakan bir nesil geldi.

Ancak Allah’ın dinine hizmet etmeleri için ayırdığı bir takım fideler vardı. “Allah Teâlâ bu dinin mensuplarını ilahi emirlere itaat etme uğrunda çalıştıracak adamı daima onların içinden çıkarır. Böyle adamı eksik etmez.[2]

Ve artık yıllar önce kâğıtlar ve belgeler üzerinde kurulan, nesli çürütmek için inşa edilen binaların temelleri kökünden sarsılmaya başladı. Artık batılı adam, bütün dünyayı yönetmek için attığı adımlarda önünü görmekte zorlanıyor. Bütün bu sıkıntıların, devrimlerin ve darbelerin arasında… Yıllarca bir umut denilerek halkın önüne konulan bütün sistemleri geçersiz kılacak, kaybedilen adalet ve saadeti iade edecek ve taşları olması gerektiği şekilde sıralayarak hilafet binasını inşa edecek sistem; sadece İslam sistemidir. Bu dönem artık ‘ümmet bilinci’ taşıyan neslin dönemidir.

Bu neslin çabası dümdüz bir araziye bina dikme çabasından çok uzaktır. Bu nesil, doğru temelin üzerine yanlış bina edilmiş, bayağı duran yapıyı yıkacak ve doğru temel üzerine harcı vahiy ve fedakârlık olan doğru binayı inşa edecektir. Hâsılı bütün çaba ve gayret; yeni bir soluk ihdas etmek değil, kaybedileni ve yıllardır yokluğunun acısı yüreklerimizi yakanı elde etmektir.

Ümmeti gaflet uykusundan uyandırmak ile yönetimi ‘hilafet’ olan sistemi getirmek arasındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun ya da bu yol ne kadar dikenli ve meşakkatli olursa olsun ‘İslamî neslin diriliş hareketi’ bir an önce başlamalıdır. Bunun için izleyeceğimiz yegâne yol, eşsiz örnek nesil olan Ashab-ı Kiram’ın radıyallahu anhum izlediği yol olacaktır.

Tam da bu noktada akıllara şöyle bir sorunun gelmesi muhtemeldir. İlk ve eşsiz neslin kalitesinde tek tük kimseler çıksa da neden insanlık tarihinde onların düzeyinde bir ‘nesil’ daha çıkmadı?

Belki de ilk olarak bakılması gereken o neslin, susuzluğunu giderdiği kaynaktır. Onlar saf ve duru bir kaynağı yudumladılar. Onunla hayat bulup onunla nefes aldılar. Bidatler ve hurafelerin ağlarına takılmadılar. Tarihteki eşsizlikleri bu yüzdendi. Peki, sonra ne değişti? Kaynaktaki safiyet bozuldu ve su bulanıklaştı. Onlardan sonra gelen nesillerin kaynaklarına akılcılık ve felsefe karıştı. Vahiy olgusu üzerine yabancı kültür ve medeniyetlerde bulunan yanlışlar eklenmeye başladı. Kaynak ve öz bulanıklaşınca nesillerde ki çürüme de başlamış oldu.

Dikkatlerimizi çekmesi gereken bir nokta daha var. İlk dönemin eşsiz nesli, Kur’an’ı kültürlerini artırmak, bilgilerini belgelemek ya da dünyevi ve maddi bir takım çıkarlar sağlamak için okumuyorlardı. Onlar Kur’an’ı, hayatlarına tamamen yön veren, kendisiyle dünyanın imar edileceği böylece cennet yolunun kapılarını açacak tek ve eşsiz rehber olarak görüyorlardı.

“Kuşkusuz Kur’an ancak, eylem için bilgi edinme ruhu ile kendisine yönelen ruha açar bütün zenginliklerini. Çünkü o, beyinsel yararlanma, edebiyat, sanat, öykü ve tarih kitabı olarak gelmemiştir. Bütün bu anlatı yöntemlerini içeriyor olsa da o sadece bir çeşit yaşama yöntemi, katıksız ilahi yöntemler manzumesi olarak indirilmiş bir kitaptır.”[3]

Ashap üzerinden gerçekliğimizi ve konumumuzu öğrenmek için bakmamız gereken bir pencerede… Onların İslam’a girmeleriyle geçmişte ne varsa kapının eşiğinde bırakmalarıdır. Kimileri malını, zenginliğini bıraktı eşikte, kimileri itibar ve şöhretlerini… Kimileri ise annesini, babasını, öz kardeşini bıraktı o eşikte. Bütün bunlarla beraber “Müslüman oldum evet, ama şu da olabilir.” demediler. Ve bir de kötü alışkanlıklarını bastırmadılar. Bastırdıkları yolun yarısındayken koşularına engel olur ihtimalini bile göze alamadılar. Onları cihattan alıkoyacak olan kollarını, kulaklarını bile kesip koştular. Ve böylece göklerden gelen çağrıya öz benlikleriyle teslim oldular, Allah onlardan razı olsun.

Bu yüzdendir ki, nefsimizde ve beynimizde onca ses varken ‘İslami hayat’ gerçeği içimizde bir türlü yer edinemiyor. Belki de bundan dolayı ümmet olarak böyle bir nesil çıkmıyor bir türlü içimizden.

Öyle ise İslami hareket yöntemi gereği ilk olarak yapmamız gereken nedir?

İlk olarak kalplerimize ve benliklerimize sirayet eden, yıllar önce nesli çürütmek için atılan imzaların farkına varmalı ve şuan yaşadığımız cahiliyenin bütün etkilerinden sıyrılmalıyız. Toprağı zararlı otlardan arındırmalıyız ki davamız tertemiz meyveler verebilsin. Ardından ilk neslin yöneldiği ve kana kana içtikleri bütün şüphelerden arınmış saf kaynağa dönmeliyiz.

“Bizim birincil hedefimiz, Kur’an’ın bizden ne yapmamızı istediğini, bizden nasıl düşünmemizi istediğini, Allah’ı nasıl algılamamız gerektiğini, hayattaki gerçek düzenlerimizin, tutum ve davranışlarımızın, yasalarımızın nasıl olmasını istediğini öğrenmek olacaktır. Bizim başlıca görevimiz içinde yaşadığımız bu toplumu değiştirebilmek için, ilk önce kendi benliğimizi değiştirmektir.”[4]

Ey boynu bükük İslam ümmetini uyandırmakla yükümlü, yeryüzünde Allah’ın mucizesi olarak yürüyen Mü’min genç! Dağların bile taşımaktan imtina ettiği o ağır vazife senin gencecik omuzlarına yüklenmiştir. Yıllar öncesinden başını uzatıp müşfik ve mütebessim bir çehreyle sana bakan Üstad Hasan el-Benna’yı unutma sakın. Onun sözlerini al heybene ve onun davasını…

Ve zihnindekileri bir kere daha yokla. Hani, erkeklerin bile dayanmakta zorlandığı işkencelere yıllarca dayanmış ve hapisten çıkar çıkmaz da şarkı söyleyen genç bir kıza tebliğ yapmak için giden mücahide bir hanım vardı. Biliyorsun değil mi? Evleneceği gün eşine “Evliliğin çıkarları ile Allah yolunda davet çatıştığı gün, evlilik bitecek ve davet bütün varlığımla devam edecektir.”[5]diyen Zeynep el-Gazali’yi unutamazsın elbette.

Hani hatırlıyor musun parmaklıklar arkasında bir resmi vardı Şehid Seyyid Kutub’un. İşte bu yazı onun idam edilmesini sağlayan, bir neslin uzun zaman boyunca elinden düşürmediği ve sonrada ihtişamlı kitaplıklarında tozlanmaya mahkûm ettikleri ‘Yoldaki İşaretler’ isimli kitabını esas alarak yazıldı.

İşte bu kimseler yürüdüğün yolun meşaleleridir. Yollarının karardığı bir zamanda insanlara güneşin varlığından bahseden ve ona ulaşmalarını sağlayanlardır. Bu yolda yalnız olmadığının ve yeni bir şey yapmadığının belgeleridir. Onlar varken senin mazeret hakkın yoktur. Hele de bıkkınlık ve yorgunluk hakkın hiç yoktur. Unutma ki Allah’ın vaadi haktır; “ Allah’ın yol gösterici nurunu, ağızlarındaki laf kalabalığıyla, batıl söylentilerle söndürmek istiyorlar. Fakat Allah, bunun gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamayı diliyor.”[6]

Sen yoluna bak! Yolun açık olsun inşallah…

Büşra Kartal

[1] Ahzap Suresi, 9,10,11.ayetler

[2] Sünen-i İbni Mâce, Bab 1, Hadis 8, Ebu İnebe el-Havlanî radıyallahu anh rivayet etmiştir.

[3] Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutup, Sayfa 19

[4] Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutup, sayfa 23

[5] Nureddin Yıldız, İşi Vaktinden Çok Olanlar, Cilt 4, Sayfa 199

[6] Tevbe suresi, Ayet 32

Benze Yazılar

Bir Yorum

  1. Allah razı olsun. çok güzel bir yazıydı. okumaktan kendimi alamadım. umut ışığı oldu bana ve de ne üzerine savaşmamız gerektiği bir kez daha düştü hatırıma sayenizde…

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu