Sıkıntılarla Başa Çıkmada İnancımızın Etkisi
İnsan, yaşamı boyunca kaygı ve stres tepkilerini verdiği pek çok olay ile karşılaşır. Bu olaylar karşısında bir miktar kaygılanıyor olmak son derece doğaldır ancak kaygı ve stres seviyesi yükseldiğinde durum değişir. İnsanlar bu problemlerin pek çoğu ile başa çıkabilirken, bazılarında takılı kalır ve bu durum kişinin hayatında travma etkisi oluşturmaya kadar gidebilir. Kişinin yaşanan olaya verdiği anlam, olayı algılama şekli, olayı “stres verici olan” veya “stres verici olmayan” olarak tanımlamamıza neden olması açısından önemlidir. [1] Bu anlamlandırma sürecini doğrudan etkileyen en önemli faktörlerden biri de inançlarımızdır. Peki, neden bazı olaylarda takılıp kalırız? Olayları anlamlandırmamız neye göre değişir? Başa çıkabilmenin stratejisi nedir? İnancımız bu başa çıkma serüveninin neresindedir?
Rastlantısallık, kişilerin başa çıkmada ayağına takılan kavramlardan biridir. Belirsizlik, beraberinde kaygıyı getirir. Dolayısıyla kişi, olayların tesadüfi gerçekleştiğine inanıyorsa bu onun stres düzeyini artırabilir, bu kişi boşluk duygusu yaşayabilir. [2] “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadîd, 22) Yani, hiçbir şey tesadüfi değildir. Evrendeki her şeyi belli bir ölçü ve düzen içinde yaratılmıştır ve Allah’ın yasaları üzerine bina edilmiştir. Hiçbir olay yoktur ki Allah’ın yasasına uymayarak gerçekleşsin. Buna iman eden insan, rastlantısallığın getirdiği belirsizlik ve boşluk hissinden kurtulur.
Kaygının kader ile ilişkisi üzerine yapılan bir araştırmaya göre hayrın ve şerrin kaynağı Allah olduğu yargısına katılanların katılmayanlara göre, kadere atıf yapanların yapmayanlara göre kaygı düzeyi daha düşük çıkmıştır. Ancak burada bu atfın alt sebebi de önemlidir. Kadere atıf yapmasının sebebini kolaycılık ve tembelliğe bağlayanların kaygı düzeyi daha yüksek çıkmıştır. [3] Kolaycılık ve tembellik ile bağdaşan inancın aslı “yanlış” kadercilik olarak nitelendirilebilir.
Yanlış kadercilik anlayışı dilimizde de “Kader mahkûmu, kader kurbanı, kaderine küs” ve benzeri söz öbekleriyle yer etmiştir. Burada kişi, sorumluluğu kendi üzerine almak yerine dış dünyasına atfetmeyi tercih eder çünkü böylesi işine gelir. Ancak bu işe gelme durumu anlıktır, bir kandırmacadan ibarettir. Sinanoğlu, İslam düşünce tarihinde de zaman zaman olduğu gibi, kişilerin olumsuz her olayı kendilerinden değil de bir yazgıymış gibi kabullenmesini İslam ve insanlık adına talihsiz bir durum olarak değerlendirir.[4] Bu tarz bir bakış açısı ilk duyulduğunda belki teslimiyet kokuyor olsa da alt anlamlarına bakıldığında sorumluluğu üstlenmeme, ona verilenden razı olmama, sınavını beğenmeme görülebilir.
Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde insanın hür iradesi ve sorumluluklarından bahsedilir. İnsanoğlu yaptığı, yaşadığı, şahit olduğu her şeyden sorumludur ve ona verilen irade ile seçim yapabilir niteliktedir. Kişi bunu kabul etmediğinde gerçek değişmez. Ahiretin sorumluluğundan kaçmak isteyen ya görmezden gelir, ya gördüğünü saklar, ya da gördüğünü inkâr eder. İnsan kulluktan neden kaçar? Bu yüzden…. Sorumluluktan kaçar. Burada, sorumluluğu üstlenmenin bir “Âdem tavrı” olduğunu da anımsamak gerekir. İblis de Hz. Âdem de Allah tarafından rütbe verilmiş varlıklardır, ikisi de hata ederler; aralarındaki fark, İblis’in hatasına bahane araması ve ümitsizliğe kapılmasıyken, Hz. Âdem hatasının sorumluluğunu üstlenmesi ve tövbe etmesidir. İnsanoğluna yakışan da bu tavırdır.
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk,2)
İslam’da insanın hayatta karşılaştığı tüm sıkıntılar imtihan ve musibet kapsamında değerlendirilir. İmtihan maksadıyla kullanılan kelimelerden biri olan fitne, fetn (fütûn) “altın ve gümüş gibi değerli madenleri saflığını anlamak için ateşte eritmek” manasına gelir. Yani her şey sınandığında anlam kazanır; iyi ve kötü, gerçek ve sahte ancak böyle ayrışır. Bir öğretmenin çalışkan ve tembel olan öğrencilerini belirleyebilmek ve ona göre muamele edebilmek amacıyla sınavlar yapması gibi. Buna iman eden kimse “Benim başıma neden bunlar geliyor?” diye kederlenmez çünkü ne yaşarsa yaşasın onun imtihan gereği olduğunu bilir. Buhâri’de geçen bir hadise göre musibetlerin bir kısmı Allah’ın bir ikazı ve uyarısı, bir kısmı günahlara kefaret, bir kısmı da Allah’ın bir iltifatı, bir temizlik. Başımıza gelen musibetin hangi kategoriden olduğu bir yana, ne olursa olsun hayrımıza olduğu gerçeği nettir. Yapılan bir çalışmaya göre şehit ailelerinin kayıp ile başa çıkmalarında bu kaybın Allah’ın takdiri olduğu bilinci ve bunun onurlu bir test olduğu düşüncesi pozitif bir etkiye sahiptir. İmtihan inancının “Neden ben?” sorusunu cevaplandırması açısından oldukça önemli olduğu ve başa çıkmadaki etkisi vurgulanmıştır. [5]
“Dini inanç ve bu inancın gereği olarak yapılan ibadetler doğru şekilde kişinin hayatında yer bulduğu takdirde kişilerin yaşadığı olayları göğüslemesine katkı sağlar, ruh ve beden sağlığı üzerinde olumlu etkiler oluşturur, toplum birlik ve beraberliğini destekler. Kişinin ruhunu teskin edebilecek dini temelleri olmadığı takdirde bir ömür boyu kaçınılmaz olarak karşılaşılan ölüm, kaza, iflas ve benzeri yıkıcı olaylarla kolay kolay baş etmek mümkün olmamaktadır.” [6] Bu başa çıkma stratejisi literatürde çoğu yerde “dini başa çıkma” olarak geçer. Dua, iman, ibadet, sabır, çaba ile gerçekleşebilir. “Olayların kabullenilmesi ve çözücü faaliyetlerde bulunulması sürecini hızlandırır.” [7] Buradaki kritik noktalardan biri, kabullenmenin ardından faaliyete geçiliyor olmasıdır. Kişi gücünün yettiği, aklının erdiği kadarıyla mücadele etmek durumundadır. Bu mücadele, tevekkülün bir parçasıdır. Peki, tevekkül nedir?
Sözlük anlamı ile tevekkül, Allah’a dayanmak, güvenmektir. Ne zaman? Gayret gösterdikten sonra. Kişi elinden geleni yapar, neticenin Allah’tan geleceğine ve ne gelirse gelsin kendisi için hayırlı olacağına iman eder. “Tevekkül kavramı, Kur’an-Sünnet bütünlüğü içinde ele alındığında kişinin kendi sorumluluk alanına giren, kendi irade ve ihtiyarıyla ilişkili bulunan işlerini Allah’a havale etmesi olarak değil, kişinin yaptıkları tüm amellerinden ve çalışmalarından sorumlu olduğu, bunların kaydedildiği ve karşılığını mutlaka göreceği konularda Allah’ın va’d ve vaidlerine güvenmesi olarak kişinin karşısına çıkmaktadır.” [8]
Dini başa çıkmanın bir diğer önemli neticesi ise dini dönüşüm, manevi gelişimdir. [7]
“Gall ve diğ., (2005) göre yaşam olaylarındaki yüksek stres sadece birer tecrübedir ve bu tecrübeler birey için “uyanma çağrısı” olarak düşünülebilir.”
Yani imtihan doğru karşılandığında, beraberinde kişi manen gelişmiş, ilerlemiş olur. Bazen bir şeyleri hatırlamak için, “uyanmak” için birilerinin başımızdan aşağı su dökmesi gerekir. Bu olaylar da hayatlarımızda bir dönüşmeye, gelişmeye sebep olabilir. Eğer müsaade edersek…
Burada, musibetleri nasıl okumamız gerektiği konusuna değinen Hicr Sûresi’nin son ayetlerini hatırlayalım.
“Ant olsun onların söyledikleri (çirkin ve incitici sözler) yüzünden canının sıkıldığını biliyoruz. (Ama üzülme, bu günler de geçecek…) Sen şimdi Rabbini (varlık gayene uygun hareket etmek suretiyle) hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol! Ve sana ölüm gelip çatıncaya (ruh bedenden ayrılıncaya) kadar (önce ihsan şuurunu kazanmak, sonra da muhafaza etmek için) Rabbine ibadet et!” [9]
Bu ayetlerin bizlere tuttuğu ışık doğrultusunda yöneldiğimiz bir sonraki kavram “geçicilik” Kur’an-ı Kerim’in pek çok bölümünde dünya hayatının geçiciliğinden bahsedilir. Geçicilik olgusu başlı başına bir konudur ancak sıkıntılarla baş etmedeki rolünden bahsedecek olursak, nasıl ki su akıp gider, var olan her şey de aynen öyle akıp gidecektir. Bu öyle kıymetli bir bilmedir ki başımıza ne sıkıntı gelirse gelsin onun biteceğini bilmek bizleri ferahlatır. Dünya hayatının en “gerçek” olgularından biridir bu. Başlangıç varsa bitiş de olacak. Geçecek ve bitecek. Ölüm gerçeği gibi.
Bu gerçek, ahiret inancı olmayan birini her an yiyip bitirebilir. Bir “son” olması onun için ne büyük kayıptır. Hal böyleyken neyden tat alabilir, neye sevinebilir yahut hangi üzüntüsünü dindirebilir ki? Kayıp anlarında hiç bitmeyecekmiş gibi bir acının içinde bulur kendini. Artık “sonsuza kadar” kaybetmiştir, yok olmuştur onun için. Bu sebeple hayatın güzelliklerinden de tam manası ile tat alamaz olur çünkü içinden bir ses daima ona hepsini bir gün sonsuza dek kaybedeceğini hatırlatır. O sesi bastırmak için de türlü yollara başvurur. Gerçeği kabullenmek ağır gelir. Oysa çözüm ne kolaydır… Öte yandan iman eden, her şeyin geçeceği bilincine erebilmiş bir insan hiçbir anda, hiçbir olayda, hiçbir kişide takılıp kalmaz. Su gibidir. İyiliğe sevinir, çünkü ahiret var; kötülüğe sabreder, çünkü ahiret var.
“Asra yemin olsun ki; insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (Asr Sûresi)
Başa çıkma stratejileri olarak ele aldığımız bu kavramlara ek olarak bir diğer değinmemiz gereken olgu da “sabır”dır. Sabır; metanet, dirençtir. Gazali’nin tanımlaması ile din duygusunun nefsani arzu ve tutkuların baskısına karşı direnç göstermesidir. Katlanmak ile karıştırılır ancak aralarında belirgin bir fark vardır. Sabır pasif değil aktif bir süreçtir. Tahammül, hamele kökünden gelir. Taşımak manasına gelir. Bir kilogram yükü on dakika taşırsınız ancak bir saat olduğunda eliniz kolunuz uyuşur. Tahammül asla çözüm değildir, sorunu ertelemektir ve erteledikçe bize verdiği acı artar. Bizden beklenen de musibetlere ve imtihanlara katlanmak değil, her türlü çabayı göstermek ve sonrasını sabır ve metanet ile karşılamaktır. Mücadele edip sırtımızı dayarsak sabretmiş oluruz.
Hz. Muhammed (s.a.v.) yaşamı boyunca pek çok sıkıntı ile karşılaşmıştır, Hz. Aişe ondan daha şiddetli ağrılara maruz kalanı görmediğini söyler, ancak bunların hiçbirinde isyan etmemiştir. Yaşadığı bütün zor olaylar karşısında “Rabbim beni terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” bakış açısını benimsemiş, sabırla bütün zorlukları aşmayı başarmıştır. [2] Şüphesiz, Allah katında en değerli olan Peygamberlerin her birimizden fazla sıkıntı yaşamış olmasında görmek isteyen için çokça mesaj vardır.
Problemsiz bir hayat mümkün değildir. Mümkün olan, karşılaştığımız sıkıntılara verdiğimiz anlamı doğru yönlendirmek ve onların üstesinden doğru stratejiler ile gelebilmektir. Bunun bir imtihan olduğunu, geçecek ve bitecek olduğunu, mutlaka hayrımıza olduğunu kabul etmek; bir rastlantıdan ibaret olduğunu ve yanlış kaderciliği reddetmektir. Problemin bize ait paydasındaki sorumluluğu üstlenmek, bunun neticesinde mücadele etmek ve her an Yaratıcı’ya sırtını yaslayarak sabretmektir. Böylelikle kişi “başa çıkabilir” ve kendisi için hayırlı olan yoldan yürür.
Psk. Funda Atabaş
KAYNAKÇA
[1] Özdoğan, Ö. (2010). Aşkın Yanımız Maneviyat. Özden Öze Yayınları.
[2] DINVAR, P. E. Y., & ÖZDOĞAN, Ö. T. D. (2011). Travma sonrası stres, dünyaya ilişkin varsayımlar ve tanrı algısı arasındaki ilişki (Doctoral dissertation, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri (Din Psikolojisi) Anabilim Dalı).
[3] Kartopu, S. (2013). KAYGININ KADER ALGILARI İLE İLİŞKİSİ-(Kahramanmaraş Örneği). Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2(3), 238-260.
[4] Sinanoğlu, A. (2002). İslam’ın ilk siyasallaştırılma sürecinde” kader” inancı.
[5] Ateş, N. E. (2019). Travmayı Anlamlandırması Açısından İmtihan İnancı ve Başa Çıkma: Şehit Aileleri, Gaziler ve Gazi Aileleri Örneği. Trabzon İlahiyat Dergisi, 6(1), 125-151.
[6] Cengil, M. (2003). Depresyonu Önlemede Dini İnancın Koruyucu Rolü. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 3(3), 129-152.
[7] ERYÜCEL, S. Y., & ÖZDOĞAN, Ö. T. D. (2013). Yaşam olayları ve dini başaçıkma (Doctoral dissertation, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri (Din Psikolojisi) Anabilim Dalı).
[8] Akif, A. K. T. O. (2016). ALLAH-İNSAN ARASINDA ONTOLOJİK, EPİSTEMOLOJİK VE VAROLUŞSAL BİR İLİŞKİ BİÇİMİ: TEVEKKÜL. Şarkiyat, 8(2), 878-902.
[9] (Veli Tahir Erdoğan- İniş Sırası Üzerinden Kur’an Bana Ne Diyor? Açıklamalı Meal)
Funda kızım çok teşekkür ederim.
Güzel bir yazı olmuş Allah razı olsun
Gülüşan Göcen’in “şükür: pozitif psikolojiden din psikolojisine köprü” kitabı ile Robert Emmons’ın “teşekkür ederim” kitabı da çok faydalı bu konuyla ilgili olarak. İkisini de tavsiye ederim